Etkinlik Raporları#PazarRaporu: "Kenti biz inşa ediyoruz!"

#PazarRaporu: “Kenti biz inşa ediyoruz!”

Tam saatinde, tam yerinde toplandık. Bu, İstanbul gibi kentler açısından ne kadar kıymetli bir şeydir, böyle toplantılara hep geç kalanlar çok iyi bilir.

Programımız şu şekildeydi: 

Kentin İnşası Okulu’na “Kent” kavramını tartışarak başladık ve katılımcıların yazdıklarıyla “kent”in kelime haritasını çıkardık.

Katılımcıların üzerinde ortaklaştığı en belirgin iki kelime “bina” ve “kalabalık” oldu.

İşte Kent Enstitüleri de tam bunları düşünen insanlar tarafından kuruldu ve çalışmalarını bu kelime haritasının bize gösterdiği durum içinde bunu değiştirebilmek için yürütüyor.

İstanbul Kent Savunması’nın katılımı son anda teknik bir sıkıntı sebebiyle gerçekleşmedi. Ama Kent Enstitüleri’nde çareler tükenmez. İstanbul Kent Savunması’nın bugüne kadarki üretimlerine biraz baktık ve kentlerin yıkımı ve bunun etkilerini oldukça somutlaştıran bir dayanışma ziyareti videolarıyla onların sesini, sözünü (gıyabında da olsa) Kentin İnşası Okulu’na taşıdık.

Sözü çok uzatmadan, Mimarlıkta Dayanışmacı Taban Hareketi’ne bıraktık.

Mimarlıkta Dayanışmacı Taban Hareketi; özellikle kentsel dönüşümün görece iyi ve kötü örneklerini gösterdi. Kentlerimizin inşa edilirken temele alınan değerlerin insandan nasıl uzak olduğunu ve bu değerlerle inşa edilmiş kentlerin nasıl dayanıksız yapıları içerdiğini anladık.

Kentsel dönüşüm, başka bir deyişle kentin yeniden inşası; kamusal alanların korunması ve genişletilmesi, kent kimliğinin korunması, yoksul çoğunluğunun toprağa ulaşması gibi bazı prensipler temele alınarak yapılması halinde kavramsal olarak kötü bir önerme değil.

Ancak kentsel dönüşümün temeline zenginlerin kentin merkezi yerlerine yeniden ve yeniden yerleştirilmesi, büyük kamusal alanların tasfiye edilerek yerine sınırlı bir grubun paylaşabileceği gökdelenler/yalılar inşa edilmesi alındığı zaman adı ne olur olsun kenti ve kentlileri iyi yönde etkileyemez. Kentsel dönüşüm, bugünün uygulamalarına bakıldığı zaman büyük oranda kentte yıkıma karşılık geliyor.

Sulukule’nin yıkımından, dayanıksız olduğu iddiasıyla satışa çıkarılan okullardan bahsettik. Kentsel dönüşüm temelde dayanıksız yapıların yıkıldıktan sonra, kimlikleri korunarak ve büyük halk kitleleri lehine genişletilerek yeniden inşası anlamına gelmeliydi. Ama buralarda ve daha pek çok örnekte gördüğümüz gibi dayanıksız yapılar yıkılarak yerine yine dayanıksız ama kar olacağı fazla başka yapılar inşa ediliyor. Hatta kar olanağının artması için dayanıklı yapılar da yıkılarak yerine dayanıksızları inşa ediliyor.

Doğayla kurduğumuz ilişkiyi neredeyse sıfıra indiren kentlerin içinde, sanki bu ihtiyacın cevabıymış gibi büyük gökdelenlerin balkonlarına yeşil alanlar yapılması üzerine konuştuk. İnşaat sermaye gruplarının “büyük” projelerine karşılık, kentsel dönüşümle evleri yıkılan insanları gördük. İşte bütün bu tarafımızla, yani büyük insanlığın bir parçası olarak “Peki biz nasıl kentler inşa etmeliyiz?” sorusuna cevabı da birlikte aradık, armaya da devam edeceğiz.

Mimarların bakışının belki tamamını değil ama bir penceresini görüp oradan şöyle bir ufka baktığımızda gördüklerimiz bizi hem şaşırttı hem de bilinçlendirdi. Sözü bu sefer de başka bir pencereye, hem de aynı inşaatın içinden başka bir pencereye bıraktık. Devrimci Yapı, İnşaat ve Yol İşçileri Sendikası’na.

Dev Yapı-İş; inşaat işçilerinin özellikle mega projelerdeki çalışma koşullarından bahsetti. 3. Havalimanı’nda #KöleDeğiliz diyerek kazan kaldıran işçilerin hem çalışma koşullarını hem barınma koşullarını hem de bu isyanın neden #KöleDeğiliz diyerek başladığını gördük. İşçilerin koşullarından bahsederken bir katılımcı “Sizi köle zannediyorlar yani?” diye sordu, yarı şaşkın bir tavırla. O yüzden #KöleDeğiliz demenin tarihsel ve sınıfsal anlamının ne kadar kuvvetli olduğunu fark ettik.

Yabancılaşmadan bahsettik. Kenti inşa eden insanlar olarak (yani hem somut anlamında işçilikle, hem de kentte yaşamın sürmesini sağlayan bütün fiillerimizle) inşa ettiğimiz bu kente sürekli yabancılaştığımızdan, fordist üretim biçiminden, diyalogu ve insanca çalışma şartlarını ortadan kaldıran ilişkilenmelerden… Hem yaptığımız işe, içinde bulunduğumuz üretime hem de kente nasıl yabancılaştığımızdan konuştuk. İnşa ettiğimiz şehirde “kendimize ait bir oda”mız yok mu?

Ya da konuşmacının da bir duyduklarını aktarırken söylediği gibi; benim dedem duvarcıydı, babam da duvarcıydı, ben de duvarcıyım. Ama bir evimiz yok!

Soru-Cevap bölümünde mimar bir katılımcının söyledikleri ise bambaşka bir tartışma açtı. Ankara’da düzenlenen bir yarışmayla “en iyi hapishane tasarımı”nın arandığını öğrendik. Bu yarışmaya gönderilen tasarımlar ise iç karartıcı. Havalandırma alanlarının üstünün kapatıp açan sistemlerden, kuşların geldiğini fark edip öten alarmlara kadar, neler düşünülmüş neler… Buradan bahisle, inşa eden ve inşa edilen arasında “profesyonel” bir ilişkiden ötesinin olup olmadığını konuştuk. Tutuklanan işçilerin tutulduğu cezaevinin hemen yanına inşa edilen ek yapılarda da işçilerin isyan ederek tutuklanmasına sebep olan çalışma koşullarında çalışmak zorunda kalan işçileri… Hapsedilmek için mi inşa ediyoruz biz bu kentleri?

Vaktimizi iyi kullanamadığımız için izlemek istediğimiz bir kısa filmi izleyemedik. Ama buradan paylaşalım. İstanbul’un tarihsel dönüşümünü anlatan bir kısa film. Daha doğrusu, filmden kısa bir kesit. İmra Azem’in Ekümenopolis’inden bir bölüm.

Kent Enstitüleri Meclisi ve ortak çalışma tartışmalarında ise bir sürü fikir çıktı: Belgesel, raporlama, haritalandırma, mahalle ve saha çalışmaları, Kent ve İktidar konulu bir etkinlik… Ama hepsinden önce Kent Enstitüleri Meclisi’nin oluşturmaya karar verdik. Kenti ve kentlileri ilgilendiren herhangi bir konuyu gündemimize alabileceğimiz, tartışabileceğimiz ve çalışmalar üretebileceğimiz bir meclis. Kent Enstitüleri Meclisi’nin her yaptığımız okulla genişleteceğiz, kolektif düşünecek, hep birlikte üreteceğiz.

Son eklenenler

“PARÇA PARÇA BÖLÜNEREK SATILMASINA…”: 19. Yüzyıldan Bugüne Parselasyon ve Kentleşme

19.yüzyıl Osmanlı coğrafyasında kapitalizmin mülkiyet ilişkilerinin dönüşümü açısından önemli bir eşiktir. Tanzimat Fermanı ile özel mülkiyete yapılan vurgu sonrasındaki...

LİMAN’A YANAŞMAK: Deniz ticareti altyapı ağı olarak 19.yüzyıldaki deniz feneri inşaat hareketleri (Esra Nalbant-Binghamton Üniversitesi, Altyapı Tarihi)

Grundrisse'de Marx, "sermayenin dolaşımı aynı zamanda onun oluşumu, büyümesi açısından yaşamsal sürecidir" diyor. Bu dolaşım, ürünün bir dağıtım sistemi...

GERİ DÖNMEMEYE YEMİN ETTİLER: Osmanlı’da Transatlantik Göç ve Göçmen Veritabanı İnşasında Fotoğrafın Kullanımı (Hazal Özdemir – Northwestern Üniversitesi, Tarih Doktora Adayı)

1896-1908 arasında Osmanlı Ermenileri Amerika’da artan iş olanakları ve doğu vilayetlerindeki ekonomik sıkıntılar sebebiyle imparatorluktan ayrılırken II. Abdülhamid hükûmeti...

İSTANBUL’A AŞAĞIDAN VE UZAKTAN BAKMAK: Kentleşmenin Çeperi ve Altyapısı

Bu konuşma, on dokuzuncu yüzyılda Osmanlı imparatorluğu ölçeğinde modern, kozmopolit bir istisna mekânı olarak ortaya çıkan Pera’nın ekolojik ve...

Cinsiyetçilik erkekleri de öldürür (mü?) – Nil Karasu

Bu yıl Cannes’dan Altın Palmiye ödülüyle dönen Justin Triet imzalı “Bir Düşüşün Anatomisi” filmi üzerine bu yazı. İzlemeyenler için...

Felsefe ve sinema atölyelerimiz başlıyor

Adana Kent Enstitüleri bünyesinde daha önce gerçekleştirdiğimiz dört haftalık film gösterimi ve söyleşilerini geçen haftalarda bitirdik. Bu süre zarfında...