Derlemeler ve Yazılar21. yüzyılda Marx ve ekoloji: Kohei Saito ile söyleşi...

21. yüzyılda Marx ve ekoloji: Kohei Saito ile söyleşi – Jerome Skalski*

Osaka Üniversitesi Ekonomi Politikası profesörü olan Kohei Saito Marx’ın bugünkü küresel ekolojik bunalımın eleştirel çözümlemesine önemli ve vazgeçilmez bir yöntembilimsel temel oluşturduğunu gösteriyor.

Günümüzdeki çevresel kriz ve küresel ısınma, bir üretim tarzı olarak kapitalizm ile özellikle nasıl ilişkilidir?

Kohei Saito: Kâra odaklanmış kitlesel tüketim ve üretim sistemiyle kapitalizm sürdürülebilir bir üretim sağlayamaz. Sermayenin birikim mantığı, uzun vadeli yeniden üretimin maddi koşullarıyla uyuşmaz. Küresel ısınmayı önlemenin ve gelecekteki kuşakların yaşayabileceği bir dünyanın acil gerekliliği, bugünkü yaşam biçimimizin kökten değişimini gerektiriyor. Kalan zaman o kadar da uzun değil.

Kapitalizmin doğal koşulların farkında olduğunu ileri sürebilirsiniz çünkü kapitalist üretim belli başlı olarak doğanın katkısına bağlıdır. Bununla birlikte, sermaye için önemli olan kendi değerlenmesidir. Bu amaca herhangi bir şekilde ulaştığında, bir toplumsal sistem olarak kapitalizm, dünyanın önemli bir kısmı, insanlar ve diğer hayvanlar için uygun olmasa da sürüp gidebilir. Bu olgu “ekolojik bunalımın” kapitalizmin “ekonomik bunalımına” eşit olmadığını gösterir. İnsanların kısa zamanda “her şeyi değiştirmeleri” kaçınılmazdır, yani dünya ve olmazsa kapitalizm için durum umutsuzca ölümcül olmadan önce ekolojik bunalıma bir çözüm bulmak için bu akıldışı savurgan sistemle ilgili her şeyi değiştirmek.

Bu durum ile Karl Marx’ın düşüncesi arasında ilişki nedir? Kapitalist gelişmenin bu boyutuyla tarihsel olarak bu düşünce aşılmadı mı?

Bu konuda ısrar eden Karl Marx olup, sosyalizmde insan metabolizmasını doğayla akılcı şekilde yönetmenin gerekliliğini talep eder. Fransa’da André Gorz, Alain Lipietz ve Michael Löwy’nin temsil ettiği eko-sosyalizmin uzun bir Marksist geleneği vardır ve Marx, doğa üzerinde mutlak egemenliğe ilişkin uygun olmayan düşüncesi nedeniyle çoğu kez eleştirilmiştir.  Bununla birlikte, John Bellamy Foster [1] ve Paul Burkett’in [2] yakın zamanda başını çektiği Marx’ın ekolojisinin yeniden doğuşu, Marx’ın doğanın sınırlarını kabul ettiğini ve Kapital‘de kapitalizmin doğanın evrensel metabolizmasında “onarılmayacak bir kırılma” yarattığını açığa vurduğunu göstermektedir.

Marx’a göre, emek, insan metabolizması ile çevre arasındaki arabulucu etkinliktir. Her toplumda, insanlar bu dünyada yaşamak için doğayı değiştirmek zorundadırlar. Marx, her toplumda insan-doğa ilişkisinin somut biçimlerinin nasıl farklı olduğunu ve bu metabolizmanın kapitalist sürecinin nasıl değeri kökten değiştirdiğini ve yeniden düzenlediğini gösterir. Kapitalizmde, sermayenin özerk mantığı soyut emeği değerin tek kaynağı olarak ele alır ve öyle ki emeğin çabası kapitalizm öncesi toplumlarınkinden farklı olarak bir anlam ve işlev kazanır.

Emek, sadece insan gereksinmelerini karşılayan bir kullanım değeri üretmekle değil ama aynı zamanda giderek daha fazla, sonsuza dek değer yaratmakla ilgilidir. Ayrıca emek, artık değere ulaşmanın basit bir aracı olduğu gibi, doğanın “serbest” güçleri de azami ölçüde sömürülür. Emek sürecine doğanın katkısı, sermayenin değerlenmesi için özgün bir özelliğe sahip olur. Sonuç olarak, insan ile doğa arasındaki bütün metabolizma sürecine sermaye açısından tek taraflı olarak aracılık edilir ve değiştirilir ve “metabolik kırılmalar” yaratılır. Doğanın bu insani yabancılaşması sürdürülebilir toplumsal üretimin maddi koşullarını ve kişilerin özgür gelişiminin altını oyar.

Marx, kapitalist üretim sürecinin çözümlemesinde emekçilerin toplumsal sömürüsüyle doğanın sömürüsünü birbirine nasıl bağladı?

Marx, bir yandan İngiliz parlamentosunun çalışma koşullarının ağırlaşması ve emekçilerin fizik ve zihinsel güçlerinin tükenmesi konusundaki raporlarını dikkatlice incelerken, diğer yandan, doğal güçlerin tükenmesi sorununu çözmek için kimya, jeoloji ve botanik konusunda değişik eserleri okuyordu. Dolayısıyla Marx, sermayenin egemenliğinin doğanın evrensel metabolizmasında küresel bir bozulma yarattığına ikna olmuştur ve bu bozulma, ona göre, insanları şiddetle bastıran ve sermayenin daha etkin birikimi için özgün ekosistemleri tahrip eden ekolojik bir emperyalizme bağlıydı.

Açıkçası, doğal kaynakların küresel ölçekte tükenmesi ve doğal bozulmalara bağlı fiyatlarının artışı sermayenin birikimine engel oluştururlar ama sermaye yeni teknolojiler geliştirerek, yeni kullanım değerleri yaratarak ve “sermayenin medeniyetçi büyük etkisi”nin özgün anlamı olan yeni pazarlar açarak bunların üstesinden gelmeye çalışır. Bununla birlikte, sermayenin tetiklediği teknolojik ve doğal bilimlerin gelişmeleri sadece değer yaratma mantığıyla ele alınır. Doğanın insani yabancılaşmasını güçlendirir. Bu soruna bir örnek verelim: Kaya petrolü ve kaya doğal gazının çıkarılmasının, sözde “temiz” ve “güvenli” üretimine karşın sera gazlarının salınımına neden olduğunu söylemek yeterlidir.

Alman ziraatçı Carl Fraas Avrupa’da aşırı ölçüde ağaç kesilmesine karşı uyarıda bulunduğunda, Marx bu kişide sosyalist bir eğilim bulunduğunu 1868’in Mart ayında açıkça kabul etmişti. Fraas’a göre, ulaşım araçlarının gelişmesi daha önce pahalı olan dağların daha yüksek noktalarında ağaç kesimini (ormansızlaştırmayı) sağladı. Bununla birlikte, bu “gelişme” yerel iklim üzerinde olumsuz etki yaratır, sıcaklık değişir, bitki ve hayvan nüfusunun aleyhine atmosferin kuraklığını ve dolayısıyla yerel köylünün tarımını etkiler. Marx, teknolojilerin yeni gelişmesinin, toprakları tüketerek, ormanları yok ederek, iklimi değiştirerek ve türlerin yok oluşuna neden olarak sermayenin güç ve esnekliğini nasıl güçlendirdiğini ciddi şekilde incelemiştir.

Marx, kuşkusuz küresel ısınmanın nedenlerini tam olarak bilmiyordu ama bu önemli bir açık değildir çünkü Marx her şeyi açıkladığını iddia etmiyordu. Yaşamının son anına kadar, metabolik kırılmaların çözümlemesine doğal bilimlerdeki yeni keşifleri dahil etmek arzusundaydı. Bu amaca tam olarak ulaşamadı. Kapital‘i tamamlayamadı. Ama Marx’ın değer kuramı, kapitalizmin kaçınılmaz olarak küresel metabolik kırılmalar yaratmasının temel mantığını çok iyi ortaya koydu. Çünkü “metabolik yarık (kırılma)”ın eleştirisi, bugünkü küresel ekolojik bunalımın çözümlemesine yöntembilimsel bir temel oluşturur ve bizim de bugün Marx’ın ekolojisini 21.yüzyıl için teyit etmemiz ve güncellememiz gerekir ve bunu yaparken de kapitalizmin köktenci bir eleştirisi olarak ekonomi politiğin ve doğa bilimlerinin bir sentezini de geliştirmemiz gerekir.

Dipnotlar:

Kohei Salto’nun kitabı: Karl Marx’s Ecosocialism: Capital, Nature, and the Unfinished Critique of Political Economy, Monthly Review Press, 2017.

[1] Marx’s ecology, Materialism and nature, John Bellamy Foster, Monthly Review Press, 2002.

[2] Marx and nature, A red and Green Perspective, Paul Burkett, Haymarket, 2014.

Çeviren:İsmail Kılınç

*Bu röportaj sendika.org’dan alınmıştır

Son eklenenler

“PARÇA PARÇA BÖLÜNEREK SATILMASINA…”: 19. Yüzyıldan Bugüne Parselasyon ve Kentleşme

19.yüzyıl Osmanlı coğrafyasında kapitalizmin mülkiyet ilişkilerinin dönüşümü açısından önemli bir eşiktir. Tanzimat Fermanı ile özel mülkiyete yapılan vurgu sonrasındaki...

LİMAN’A YANAŞMAK: Deniz ticareti altyapı ağı olarak 19.yüzyıldaki deniz feneri inşaat hareketleri (Esra Nalbant-Binghamton Üniversitesi, Altyapı Tarihi)

Grundrisse'de Marx, "sermayenin dolaşımı aynı zamanda onun oluşumu, büyümesi açısından yaşamsal sürecidir" diyor. Bu dolaşım, ürünün bir dağıtım sistemi...

GERİ DÖNMEMEYE YEMİN ETTİLER: Osmanlı’da Transatlantik Göç ve Göçmen Veritabanı İnşasında Fotoğrafın Kullanımı (Hazal Özdemir – Northwestern Üniversitesi, Tarih Doktora Adayı)

1896-1908 arasında Osmanlı Ermenileri Amerika’da artan iş olanakları ve doğu vilayetlerindeki ekonomik sıkıntılar sebebiyle imparatorluktan ayrılırken II. Abdülhamid hükûmeti...

İSTANBUL’A AŞAĞIDAN VE UZAKTAN BAKMAK: Kentleşmenin Çeperi ve Altyapısı

Bu konuşma, on dokuzuncu yüzyılda Osmanlı imparatorluğu ölçeğinde modern, kozmopolit bir istisna mekânı olarak ortaya çıkan Pera’nın ekolojik ve...

Cinsiyetçilik erkekleri de öldürür (mü?) – Nil Karasu

Bu yıl Cannes’dan Altın Palmiye ödülüyle dönen Justin Triet imzalı “Bir Düşüşün Anatomisi” filmi üzerine bu yazı. İzlemeyenler için...

Felsefe ve sinema atölyelerimiz başlıyor

Adana Kent Enstitüleri bünyesinde daha önce gerçekleştirdiğimiz dört haftalık film gösterimi ve söyleşilerini geçen haftalarda bitirdik. Bu süre zarfında...