“Sınıfın Yaraları: Sınıf, Kültür ve Bilinç”Etkinlik Raporu

-

Ankara Kent Enstitüleri’nde 9 Nisan Cumartesi günü Mustafa Kemal Coşkun’un katılımıyla “Sınıfın Yaraları: Sınıf, Kültür, Bilinç” etkinliği gerçekleştirildi.

Sınıf kültüründen bahsedilebilir mi, bir sınıfa özgü kültür var mıdır, varsa ne anlam ifade eder?

Türkiye’de burjuva ailelerin çocukları gittikleri üniversitelerde genellikle işletme, ekonomi, maliye gibi bölümler okurken neden Türkiye’nin ilk modern burjuva ailesinin evladı Ömer Koç sanat tarihi okudu?

Gerçekten burjuvazinin viskisi, işçilerin birası diye bir kültürel ayrım var mıdır? Bu konuda şöyle örnekler verilebilir: Bursa Kestel’de bir boya fabrikasının şalvarlı, köylü kılıklı, küçük bir kulübeyi kendine ofis edinen patronu ağzına içki sürmezken; bu sefer Bursa’nın üst-orta sınıf ilçesi Nilufer’deki lüks üretim yapan tül fabrikasının modern, sekuler, takım taklavatlı, ve şaşaalı odasında Picasso’nun resimlerini bulunan patronu viskisini yudumlayabilir. Koç ailesinin usturuplu, kültürlü, nerede ne yapmasını bilen üyeleriyle ağzına her geleni söyleyen, ,’hödük’ Ali Ağaoğlu.  

Hal böyleyken modern, masada yemek yiyen, rafine zevkleri olan burjuvazi ve gelenekçi, yerde yemek yiyen, sanatsal anlamda kıt proletarya diye bir kültürel ayrım yapılması, yekpare bir kültür ve o kültür ortamındaki üyeler mevcut varsayılan kodlara göre yaşıyormuş gibi düşünülmesi bir hata.

İnsanı insan yapan resim, müzik, edebiyat, felsefe vs. kültürel faaliyetlerde bulunmasıdır ama “şu” kültüre sahip olması değildir. Bu “sahip olduğumuz kültür” kimliktir ve bize dışarıdan verilmiş her tali özellik gibi bu da insanın kendini özgürleştirmesi için kurtulması gereken bir şeydir (Marx’tan mülhem). İnsanın Alevi, Türk veya Kürt olması ona insaniyet kazandırmaz bilakis özgürlüğünden uzaklaştırır (burada Kürtler’in, Alevilerin vs. kimlik mücadelesinin meşruluğu tartışılmıyor elbette).

“Köylüler kralın yanından eğilerek geçerken aynı zamanda osurur”

İşte burada sınıf kültürü, kimlik kültüründen ayrılır. Sınıf kültürünü işçinin veya patronun neyi içip içmediğine, neyi giyip giymediğine, neye inanıp inanmadığına bakarak anlayamayız. İşçi sınıfı kendi yaşam biçimine özgü dayanışma ve direniş pratikleri içinde yaşar. Buradaki direnişten kasıt büyük siyasi çatışmalarda göğüs göğüse çarpışmak anlamındaki heroik bir direniş değil daha çok gündelik hayatın içinde işçinin üstlerine karşı çoğu zaman gizliden gerçekleştirdiği ufak tefek direnişlerdir: işten kaytarmak, yemek yerken mühendislerin masasına oturmayıp yerde yemek, hatta bazen hırsızlık vs. “Köylüler kralın yanından eğilerek geçerken aynı zamanda osurur”

Oysa burjuvazi daha çok bireyci, kendi kârını kollayan bir yaşam pratiği içindedir. Medya devi Aydın Doğan bütün medyadan el çektirilirken hiçbir medya patronundan ses çıkmaması buna delalettir.

Bütün işçiler sömürüldüğünü bilir

İşçiler mahallelerinde birisine bir şey oldu mu hemen dayanışma refleksi gösterirler, hemen sorunu çözmeye çalışırlar, çünkü bilirler ki bugün başkasının başına gelen yarın kendisinin de başına gelebilir, nihayetinde ortak bir kaderin sürüncemesindedirler.

Bütün işçiler sömürüldüğünü bilir, üstündeki baskının farkındadır, bunları onlara söylemenin bir anlamı olmaz. Politik olarak onları bir değişime doğru örgütleyemezseniz gider başka kimlikleri suçlamaya başlar: Kürt der, Alevi der, Suriyeli der…

İnsan çalışarak insan olmaz, kültürel faaliyetlerle olur, düşünsel faaliyetlerinin artırarak olur, yani dış etkilerden kurtularak. Günde en az on saat çalışmak bir gereklilik değildir, insanlara dışarıdan verilen sınıfsal bir dayatmadır, özgürleşmenin önünde çok büyük bir engeldir. İşte sınıfın kimliğe nazaran özgürleştirici gücü burada ortaya çıkıyor: dünyayı değiştirmenin aracı olarak işçi sınıfı kendini dayatmıyor aksine kendini ortadan kaldırmanın uğraşını veriyor.

Share this article

Recent posts