Derlemeler ve YazılarBir İsyankar Olarak Hayatım - Canan Ketenoğlu

Bir İsyankar Olarak Hayatım – Canan Ketenoğlu

YAZAN: ANGELİCA BALABANOV

Angelica Balabanov, 1878’de Ukrayna’da doğuyor, fakat “bir isyankâr olarak hayatı”, ailesinin dayatmalarına rağmen, ” görgü kuralları, yabancı dil, müzik, dans ve nakış” yerine Brüksel’de üniversite okumayı tercih etmesiyle başlıyor. Yoksulluğun bedenen ve ruhen güçsüzleştirdiği Rus köylüsünde cisimleşen eşitsizliklere duyduğu derin tepki, Brüksel’de tanıştığı radikal fikirlerden beslenerek onu dönemin devrimci hareketinin önemli kadın militanlarından biri haline getiriyor. İtalyan Sosyalist Partisi’ne üye olan ve sürgündeki Rus devrimci hareketiyle yakın ilişkiler kuran Balabanov, Sosyalist Kadınlar Birliği yürütme komitesinde görev alıyor ve Clara Zetkin’le çalışıyor. Enternasyonel’in sekreterliğini üstleniyor, Zimmetwald hareketinde önemli rol oynuyor. Avrupa’da med-cezir gibi yükselip alçalan devrim dalgasına, 1. Dünya Savaşına, 2. Enternasyonal ihanetine , yakın mesai arkadaşı Mussolini’nin davayı satışına tanıklık eden Balabanov, 1917 devrimlerinin ardından anavatanına dönüyor. Bir yanda “eli kulağında” dünya devrimini hızlandırma, diğer yanda Sovyet rejimine yönelik karşı devrimci hamleleri savuşturma çabalarının damga vurduğu sayısız manevra , Bolşeviklerle Balabanov’un yollarını bir kesiştirip bir ayırıyor. Balabanov’un Ekim Devrimi ile bu sancılı ilişkisi kitabın en keskin ve en tartışmalı kısımlarını oluşturuyor.

 Kitabın “GİRİŞ” bölümünden:

“Bu kitabı yazmam konusunda beni ilk yureklendiren bir Amerikalı oldu: John Reed. Reed ile  ilk karşılaştığımda Zimmetwald Hareketi’nin sekreteriydim; hareketin merkez bürosu o sırada Stockholm’deydi ve yeni Rusya yönetimi ile diğer ülkelerdeki devrimci sınıf hareketleri arasındaki aslı baglantıyı oluşturuyordu. Burada Sovyetler Birligi’nin lider ve kurumlarıyla doğrudan temas halinde çalışıyordum, Reed’in Moskova’dan benim için gönderilmesinin nedeni de buydu. Ziyaretinin Lenin, Çicerin ya da Sverdlov’dan gelen bir mektupla tarafıma bildirilip bildirilmediğini şimdi hatırlamıyorum; ancak sohbetimiz başlayalı birkaç dakika olmuştu ki Reed’in yeni Rusya’ya ve genel olarak sınıf hareketine hizmet etme aşkıyla yanan gerçek bir devrimci olduğunu anlamıştım.

Stockholm’de birbirimizi tanıdıktan sonra Reed şöyle demişti bana: “Angelica, deneyimlerini anlatmadan bu dünyadan ayrılmamalısın, çağdaş tarihe ve onu yaratan insanlara ilişkin birikimini yazılmamış bırakmamalısın. Anılarını neden yazmıyorsun? “

Ona bu tür bir şey yapmaya niyetli olmadığımı söyledim. Zira o sırada faaliyetlerimin nesnel, tarihi bir değer taşıdığını düşünmüyordum. Daha sonra, 1918’in büyük umutlarını izleyen trajik yıllarda, bireyin tarihsel olaylara iliskin tecrübesinin sadece kendisine ait olmadığını kavramaya başladım. Söz konusu tecrübe odan faydalanabilecek insanların hizmetine sunulmalıydı.

Uluslararası sınıf hareketinin bozguna uğrayıp parçalanmasından  20 yıl sonra, bugün, insanlık yeniden kendini yok etmenin eşiğinde bulunuyor. 1914 ve 1922 arasındaki deneyimden ders çıkarmaktaki başarısızlık bütün Avrupa’yi ve belki Amerika’ya da ortadan kaldırma tehdidi taşıyan yeni bir trajedi devriyle yüz yüze bıraktı dünyayı.

En başından itibaren bu olayların pek çoğunun yakından tanığı oldum. 1914’te yıkılan büyük enternasyonal hareketinin etkin bir üyesi ve 1. Dünya Savaşı sırasında onu yeniden canlandırmaya ve bütün ülkelerin işçilerini uluslararası bir sancağın altında toplamaya çalışanlardan biriydim. Enternasyonalizme tecrit edilmiş bir bağlılık içindeki İtalyan sosyalizminin , o korkunç ihanetin (yani Benito Mussolini’nin ihanetinin) kurbanı olduğu sırada lideriydim. Yeni Rusya’nın utkusunu, devrim ruhuyla zenginleşen faaliyetlerini izledim gün be gün; önce düşmanların ablukası, müdahalesi ve açlıkla, ardından içerideki ve dışarıdaki dostlarının mazur görülemez hatalarıyla, tehlikeye düşen başarılarını gördüm. Son olarak, bu olayların araçları -sıklıkla kurbanları- olan kadın ve erkek kitlelerini ve onların gelişimini en çok etkileyen insanları – Lenin, Trotsky, Mussolini’yi- yakından tanıdım ve birlikte çalıştım. 1. Dünya Savaşı, kuşaklar arasında gözardı edilemez bir gedik açtı. Katledilen milyonlar mezarlarına yalnızca umutlarını ve acılarını değil, kendilerine miras kalan gelenekleri ve bilgi birikimini de götürdüler. Çağımızın maddi ve ahlaki korkularının temelinde bu yatmaktadır. Savaş, beşeri ilerleyisin tüm bir evresini ve onu yaratanların bilgeliğini alıp götürdü. Geçmişe dair -egemenlerin söyledikleri dışında- hiçbir şey bilmeyen bir kuşağın doğmasına yol açtı. Tarih faşistler ve maalesef Bolşevikler tarafından utanmazca çarpıtıldı. Hakikat hiçbir zaman şimdiki kadar elzem olmamıştı.

Bu kitap basmakalıp bir öz yaşam öyküsü değildir. Kendim hakkında, betimleme olayların yalnızca bir tanığı ve kahramanı olarak yazdım. Okurun yazara aşınalığını sağlamak için kendime ilişkin de bir şeyler söylemeliyim. Bir parçası olduğum hareket Avrupa’nın yarısında yıkıldıysa da, şu trajik anda bile ait olduğum o devrimciler kuşağının çabasının bütünüyle boşuna olduğuna inanmıyorum. Savaşın ve totalitarizmin kara gecesinin ardında uygarlığımız için hala bir umut varsa, inanıyorum ki, bu umut yalnızca bizim- hayatta olanların ve ölenlerin- uğruna yaşamlarımızı adadığımız harekettedir.

Son eklenenler

“PARÇA PARÇA BÖLÜNEREK SATILMASINA…”: 19. Yüzyıldan Bugüne Parselasyon ve Kentleşme

19.yüzyıl Osmanlı coğrafyasında kapitalizmin mülkiyet ilişkilerinin dönüşümü açısından önemli bir eşiktir. Tanzimat Fermanı ile özel mülkiyete yapılan vurgu sonrasındaki...

LİMAN’A YANAŞMAK: Deniz ticareti altyapı ağı olarak 19.yüzyıldaki deniz feneri inşaat hareketleri (Esra Nalbant-Binghamton Üniversitesi, Altyapı Tarihi)

Grundrisse'de Marx, "sermayenin dolaşımı aynı zamanda onun oluşumu, büyümesi açısından yaşamsal sürecidir" diyor. Bu dolaşım, ürünün bir dağıtım sistemi...

GERİ DÖNMEMEYE YEMİN ETTİLER: Osmanlı’da Transatlantik Göç ve Göçmen Veritabanı İnşasında Fotoğrafın Kullanımı (Hazal Özdemir – Northwestern Üniversitesi, Tarih Doktora Adayı)

1896-1908 arasında Osmanlı Ermenileri Amerika’da artan iş olanakları ve doğu vilayetlerindeki ekonomik sıkıntılar sebebiyle imparatorluktan ayrılırken II. Abdülhamid hükûmeti...

İSTANBUL’A AŞAĞIDAN VE UZAKTAN BAKMAK: Kentleşmenin Çeperi ve Altyapısı

Bu konuşma, on dokuzuncu yüzyılda Osmanlı imparatorluğu ölçeğinde modern, kozmopolit bir istisna mekânı olarak ortaya çıkan Pera’nın ekolojik ve...

Cinsiyetçilik erkekleri de öldürür (mü?) – Nil Karasu

Bu yıl Cannes’dan Altın Palmiye ödülüyle dönen Justin Triet imzalı “Bir Düşüşün Anatomisi” filmi üzerine bu yazı. İzlemeyenler için...

Felsefe ve sinema atölyelerimiz başlıyor

Adana Kent Enstitüleri bünyesinde daha önce gerçekleştirdiğimiz dört haftalık film gösterimi ve söyleşilerini geçen haftalarda bitirdik. Bu süre zarfında...