Derlemeler ve YazılarSınıf Neden Önemlidir? – Erik Olin Wright ile Röportaj

Sınıf Neden Önemlidir? – Erik Olin Wright ile Röportaj

Erik Olin Wright ile sınıf, sosyalizm ve Marksizmin anlamı üzerine.

Erik Olin Wright 1970’lerde “Marksizm’in içine düştüğünde”, ciddi bir radikal akademisyen için “kasabadaki tek oyun” buydu.

1990’lara gelindiğinde bu durum artık böyle değildi ve Marksizm, akademinin içinde ve dışında sınırlara çekildi. Wright ise kalmayı seçti. Marksizmi bir dizi sabit fikir ya da özgün bir yöntem olarak değil, ayırt edici bir dizi soru ve bunları yanıtlamak için kavramsal bir çerçeve olarak ele alarak sosyolojik bir Marksizmi yeniden inşa etmeye koyuldu.

Wright’ın Marksizmi sıradan bir toplum bilimidir, ancak sosyalizm arayışı tarafından yönlendirilir.

Kırk yılı aşkın süredir yaptığı çalışmalar, Marksist geleneğin iki temel parçasını yeniden düşünmeye odaklanmıştır: sınıf ve toplumsal dönüşüm stratejileri. Wright’ın yeni kitabı Understanding Class, kendi sınıf yaklaşımını Thomas Piketty ve Guy Standing gibi isimlerle karşı karşıya getirir. Robin Hahnel ile yaptığı bir tartışmayı içeren e-kitap Alternatives to Capitalism ise Wright’ın sosyalist olasılıklar üzerine son düşüncelerini ortaya koymaktadır.

Yakın zamanda Avustralya’ya yaptığı bir ziyarette Wright, Jacobin editörü Mike Beggs ile Weber ve Marx’tan piyasalara ve sol strateji hakkındaki görüşlerine kadar her şeyi tartıştığı geniş kapsamlı bir röportaj yaptı.

***

Mike Beggs: Sınıfın neden önemli olduğu sorusuyla başlayalım. David Grusky, makro anlamda sınıfın sadece akademik bir kurgu olduğunu savunarak sorunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Sizin yanıtınız nedir?

Erik Olin Wright: Bunun gerçek bir kategori olmadığı iddiasına katılmıyorum. Bence “bu gerçek bir kategori mi?” sorusunun cevabı, “Aktörlerin kendilerinin bu nedensel gücü tanıyıp tanımadığına veya ilgili mekanizmalar etrafında yasal kategorilerin sınırlar çizip çizmediğine bakılmaksızın, insanların yaşamlarında nedensel gücü olan gerçek mekanizmaları tanımlıyor mu?” olmalıdır.

Marksist iddia, bir üretim sistemi içindeki toplumsal ilişkilerin, insanların yaşamlarını şekillendiren ve bir çatışma alanı tanımlayan gerçek mekanizmaları belirlediği ve bu mekanizmaların kalbinin sömürü ve tahakkümün bir bileşimi olduğudur. Bunlar, Marksist sınıfların nedensel olarak ilişkili biçimde tanımladıkları belirli mekanizmaları karakterize etmek için kullanılan iki sözcüktür.

Dolayısıyla Grusky’nin bunların gerçek olmadığı iddiası, sömürü ve tahakkümün gerçek olmadığı, bunların analistin hayal gücünün ürünü olduğu iddiası olmalıdır. Bence bu, kapitalist toplumların doğasına ilişkin bariz bir şekilde yanlış bir teşhistir.

Sömürü ve tahakkümün mekanizmalar olduğu iddiası, sınıf analistlerinin ilgisini çeken tüm somut, gözlemlenebilir olguları açıkladıklarını söylemekten ayrıdır.

İnsanların bilincini ele alalım. İnsanlar dünyayı nasıl görür? Aktörler kendi durumlarını nasıl anlarlar? Tahakküm ve sömürü ve insanların bu mekanizmalara göre nasıl konumlandıkları, insanların bilincini gerçekten açıklar mı?

Aslında hayır. Sınıfın tek başına bilinci açıkladığı hiçbir zaman doğru olmamıştır. Bilinç, sınıf kavramı altında toplanan belirli mekanizmaların yanı sıra her türlü başka şey tarafından şekillendirilir.

Eğer önemsediğiniz tek şey bilinci açıklayan belirli şeylerin açıklayıcı gücü ise, o zaman “Hayır, sınıf kendi başına en önemlisi değildir” demeniz gerekir. Ancak elbette bu, bu kavramların uygunluğunu ve açıklayıcı güçlerini anlamanın son derece dar ve sınırlı bir yoludur.

Mike Beggs: Sınıfın önemli olduğu fikri – ya da en azından eşitsizliğin önemli olduğu fikri – krizden, Occupy’dan ve Piketty’den bu yana yeniden ana akım bir görüş haline gelmiş gibi görünüyor. Eşitsizliğin insanların konumlarına göre nasıl sıralandığı açısından tartışıldığı bazı “sağduyu” yaklaşımlarını eleştiriyorsunuz. Sizce bu görüşte eksik olan nedir?

Erik Olin Wright: Eksik olan, bu tür pozisyonların neden sınıflandırılmaya uygun olduğuna ve mevcut pozisyonların neden sahip oldukları mülkiyetlere sahip olduğuna dair bir açıklamadır.

Kültürel sermayenin, sosyal sermayenin ve eğitim sermayesinin çok uluslu bir şirkette yönetici olmanızı, terfi etmenizi ve nihayetinde CEO olmanızı sağladığını söylemek başka bir şeydir. Peki ama neden terfi edilebilecek CEO pozisyonları vardır? Ve eğer bu pozisyonlar varsa neden yıllık kazançları işçilerin altı, yirmi katı değil de dört yüz katıdır?

İnsanların sınıflandırıldığı pozisyonların doğasını nasıl açıklıyorsunuz?

Bir zamanlar bu gerçeği tanımlamak için belirli bir terim kullanılırdı. Sınıfsal konumlar, insanların sınıflandırıldığı “boş yerler” olarak adlandırılırdı. İnsanların sınıfsal konumlarını sırtlarında taşıdıkları, bunun kişilerin kendilerine ait bir özellik olduğu görüşünün aksine.

Elbette istikrarlı, iyi düzenlenmiş bir sınıf yapısında kişilerin nitelikleri ile konumların nitelikleri iç içe geçmiştir, ancak kişilerin nitelikleri ile konumların nitelikleri birbirinden farklıdır. Marksist gelenekteki sınıf analizinin konusu, pozisyonların kendileriyle ilgilidir.

Mike Beggs: Hem Marksist hem de Weberci sınıf yaklaşımının, konumların yapısı hakkında söyleyecek bir şeyleri olduğunu öne sürüyorsunuz. Ancak Marksist ve Weberci yaklaşımlar sıklıkla karşı karşıya getirilmektedir.

Erik Olin Wright: Weber’e aşina olmayanların yapması gereken ilginç bir şey var: 1890’ların sonlarında yazdığı The Agrarian Sociology of Ancient Civilizations adlı kitabının ekini okumak. Ekte Roma İmparatorluğu’nun çöküşü ve köle ekonomisinin neden sonunda Roma toplumunun yeniden üretimini baltaladığı üzerine uzun bir makale yer alır.

Eğer bu makaleyi gerçekten zeki doktora öğrencilerime verseydim ve onlar bunu kimin yazdığını bilmeselerdi ve ben de “Bana bu bölümün teorik arka planını teşhis edin” deseydim, “Bu açıkça Marksist” derlerdi. Weber’in sınıf konusundaki görüşü oldukça Marksist bir karaktere sahiptir.

Weber, kapitalizm içindeki sınıfları sistematik olarak mülkiyet hakları tarafından yapılandırılmış olarak görür. Sınıf ilişkilerinin merkezi ekseni olarak gördüğü şey budur: kapitalist ve emekçi. Bu iki kategori onun sınıf analizinin temelini oluşturur.

Marx ile Weber arasındaki fark, Weber’in kapitalizmden önceki tahakküm ve eşitsizlik sistemlerini sınıftan ziyade statüye dayalı olarak görmesi, dolayısıyla sınıf analizini, tahakküm ve sömürünün yapılandırılmasında tarihsel dönemler arasındaki geniş farklılıkları anlamanın bir yolu olarak görmek yerine, yalnızca kapitalizm için uygun bir şey olarak görmesidir.

Kapitalizm analizinde, Marx ve Weber arasında, özellikle Weber’in sömürü sorununu görmezden gelme biçiminde bazı önemli farklılıklar da vardır. Bununla birlikte, bu gelenekler arasındaki en önemli fark, Marx’ın kapitalizme ilişkin sınıf analizinin çok cesur bir önermeye dayanmasıdır: yani kapitalizme bir alternatifin olduğudur.

Marksizmde sınıf analizinin temel amacı, kapitalizmin aşılması ve sosyalist bir alternatifin yaratılması için gerekli koşulların açıklığa kavuşturulmasıdır. Kapitalizme alternatif olarak sosyalizmi bir kenara bırakırsanız, Marksist olmanın neredeyse hiçbir anlamı kalmaz. Yine de faydalı olabilecek bazı Marksist fikirler olabilir; ancak antikapitalizm Marksist sınıf analizinin kritik amacıdır. Weber’de durum açıkça böyle değildir.

Weber’de sınıf analizinin amacı, kapitalizm içindeki varyasyonları anlamaktır. Weber’in analizi, kapitalist toplumda sınıfların nasıl oluştuğu ve çeşitli mülkiyet haklarının, engellenen veya açılan yaşam şansları ve fırsatlar açısından sınıf ilişkilerini yapılandırmaya nasıl yardımcı olduğu ile ilgilidir.

Kapitalizmin çeşitleriyle ve sınıf yapılarının kapitalizm boyunca nasıl değiştiğini anlamakla ilgileniyorsanız, Weberci kategoriler bunun için oldukça esnektir. İş sözleşmelerinin doğasına, işçilerin teknik eğitiminin doğasına dayanan pek çok alt bölümleme olasılıkları vardır; bunların hepsi farklı piyasa kapasiteleri yaratır ve farklı kapitalizm türleri bu kapasiteleri ya geçerli kılar ya da zayıflatır.

Dolayısıyla Marksist sınıf analizi, büyük dönemsel zıtlıkları ve alternatif bir olasılığın kapitalizme meydan okumasını anlamamıza yardımcı olur. Weberci sınıf analizi ise kapitalizm içindeki varyasyonları anlamamıza yardımcı olur.

Bunların uyumlu olduğunu düşünmemin nedeni, Marksistlerin de kapitalizm içindeki varyasyonlarla ilgilenmeleri ve bunu incelerken kulağa son derece Weberci gelmeleridir. Aynı türden meseleleri dile getirirler: örgütlü kapitalizme karşı örgütsüz kapitalizm, güvenli istihdam hakları sağlayan güçlü bir işçi hareketine sahip kapitalizme karşı örgütsüz bir işçi hareketine sahip kapitalizm vb.

Mike Beggs: Sıklıkla Marksizmin özel bir metodoloji ile ayırt edilmemesi gerektiğini savundunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?

Erik Olin Wright: Marksistlerin, başka hiç kimsenin bahsetmediği gerçek nedensel mekanizmaları tanımlamaya yardımcı olacak yeni bir metodoloji keşfetmiş olmaları düşünülemez değil. Bu mümkün. Yani Marksizmin kendine özgü bir metodolojisi olamayacağını kastetmiyorum. Ancak yeni bir metodoloji keşfedilecekse, bu herkesin benimsemesi gereken yeni bir bilimsel metodoloji olmalıdır.

Bu sorunları analiz etmek için gerekli olan, ancak diğer her şey için de gerekli olmayan kendine özgü ezoterik bir metodoloji olması için hiçbir neden yoktur.

Yani eğer “diyalektik” tutarlı bir şey ifade ediyorsa, sistemlerin dönüşümlerini anlamak için faydalıysa, o zaman sistemlerin içinde yer aldığı her şeyi anlamak için de faydalıdır. “Diyalektik” veya “çelişkiler” gibi fikirleri anlamaya çalıştığımda ve onlara kesinlik kazandırmaya çalıştığımda, bu “Her tez için bir antitez vardır ve bundan bir sentez çıkar” şeklinde bir şey olamaz.

Bu neden böyle olsun ki? Neden bir tezin olduğu her yerde bir antitezin de olması gerektiğini ve bunun sonucunda bir sentezin ortaya çıkacağını söyleyen temel bir doğa kanunu var? Hayır. Belirli türden nedensel süreçlerin olduğu yerlerde, açıklanması gereken nedenlerden ötürü, direnç ve karşıtlık biçimlerini tetikleyebilirler. Ve bu çatışmadan bir tür yeni çözüm çıkar. Eğer bu iyi bir argümansa, bu mekanizmalarla ilgili bir argümandır. Bu, diyalektik gibi bir ifadeye başvurarak açıklığa kavuşturulamaz.

Marksizmin inandırıcılığı olan tüm temel tezlerinin sıradan realist bilimsel açıklamalar – nedensel süreçler – olarak formüle edilebileceğini düşünüyorum. Etkileri yaratan altta yatan mekanizmalar vardır ve daha sonra bu mekanizmalar etkileşime girer.

Mekanizmalar yalıtılmış değildir; hava geçirmez bir şekilde kapatılmamıştır; etkileşim halindedirler. Ve nedensel süreçlerin bu etkileşiminden, dünyada gözlemlediğimiz olgular ortaya çıkar. Buradaki karmaşıklık, tüm bunların insan bilinci ve eylemliliği bağlamında gerçekleşiyor olması ve insanların dünyayı gözlemleyip yorumlamasıdır – bu da sürecin bir parçasıdır. O halde “diyalektik” ne anlama gelir?

Sosyolojik formülasyonlardan biri “yapı-fail sorunu” olarak adlandırılan şeydir. Yapı-fail sorunu anlaşılması güç ezoterik bir sorun değildir; basitçe, insanların eylemlerini kısıtlayan halihazırda var olan toplumsal dünyaların içine doğdukları anlamına gelir.

Bu çok açıktır – buna kim nasıl itiraz edebilir? Bebeklerin, kendilerinin yaratmadığı, halihazırda var olan toplumsal ilişkilerin bulunduğu dünyalara doğduklarını fark etmeyen hiçbir sosyolog yoktur.

Ancak insanlar büyür, bilinçli failler haline gelir ve aynı ilişkileri üreten pratiklere katılırlar. İnsanlar, ilişkiler tarafından kısıtlanan aktörlerdir, ancak eylemleri bu ilişkileri etkiler. Bu yapı-fail sorunu değildir de nedir?

Bu büyük bir mesele değil. Bu sıradan bir sağduyu sosyolojisidir. Ama aynı zamanda önemli bir şeydir çünkü Marksist analizin amacı olan bilinçli, kasıtlı toplumsal değişimi mümkün kılan ilişki budur.

Marx’tan alıntı yapacak olursak, mesele sadece dünyayı yorumlamak değil, onu değiştirmektir. Eğer strateji imkansızsa bu saçma bir ifade olur. Eylemlilik olmak zorundadır, ancak eylemlilik dönüşüme ihtiyaç duyan yapılarla yüzleşmezse bu da anlamsız olur. Dünyayı değiştirmemiz gerektiği fikri, bizim onu değiştirme irademizden bağımsız olarak değiştirilecek bir dünya olduğu anlamına gelir. Yapı-fail sorunu bu anlama gelir ve bence “diyalektik” de bu anlama gelmelidir – aksi takdirde ne anlama geldiğini bilmiyorum.

Mike Beggs: “Analitik Marksizm”in sizin için ne anlama geldiğini ve hala yaşayan bir eğilimin yararlı bir tanımı olup olmadığını söyleyebilir misiniz?

Erik Olin Wright: Bu terim 1980’lerin başında, temel Marksist fikirleri tartışmak üzere yıllık olarak bir araya gelen bir grup Marksist ya da Marksçı ya da Marksist yansımalı ya da kripto-Marksist akademisyenin ortak noktalarını tanımlamak için kullanıldı.

Sanırım kadrosu oldukça iyi biliniyor. En önemli figür Kanadalı-İngiliz filozof G. A. Cohen’di. Bu grupla en çok ilişkilendirilen diğer kişiler Robert Brenner, Adam Przeworski, John Roemer, ben, o zamanlar Jon Elster ve birkaç kişi daha olabilir. Sam Bowles da bu grubun bir parçası oldu.

Analitik Marksist ekip, geniş Marksist kavramların amansız, sistematik ve açık bir şekilde sorgulanmasıyla uğraşan bir grup insandan oluşuyordu. Sömürü kavramını ele alalım. Bu kavram ilk olarak Marx tarafından -değerin emek teorisi açısından- formüle edilmişti. Daha sonra sömürü kavramını en iyi nasıl düşünebileceğimiz konusunda uzun yıllara yayılan bir dizi tartışma yaptık. Sömürünün sosyolojik açıklaması olarak adlandırdığım ve emek değer teorisinden oldukça bağımsız olan bir kavram geliştirdim.

Tüm bunlar, bu kavramların tanımladığı altta yatan mekanizmalara kesinlik kazandırma çabasıydı. Analitik dereceli puanlama anahtarı, analitik felsefeden türetilmiştir; bence bu, terimlerin kesin ve net kullanımı hakkında konuşmanın bir yoludur, böylece her şeyi tam olarak ne hakkında konuştuğunuzu açıkça ortaya koyacak şekilde tanımlarsınız.

“Analitik”, fikirlerin içeriği hakkında herhangi bir esaslı iddiayı ima etmez, sadece onları nasıl değerlendirmemiz gerektiği ile ilgilidir. Analitik Marksizmin rasyonel seçim teorisine özel bir bağlılığı olduğu da söylenemez; bu sadece Analitik Marksistlerin ciddiye aldığı akımlardan biridir.

Analitik Marksizm bu nedenle kavramsal netlik ve oyundaki mekanizmalarla ilgili kesinlik ile ilgilidir. Şimdi, rasyonel seçim teorisi tam olarak zariftir çünkü oyundaki mekanizmalar hakkında çok kesin ve nettir ve belirli türden problemler için bu size bir dizi argümanı sabitlemenin çok iyi bir yolunu verir.

Ve gruptaki bazı kişiler için -özellikle John Roemer- sorunları çerçevelemenin ve çözüm aramanın bu özel yolu düşüncelerine hakimdir. Ancak John Roemer bile rasyonel seçim modellerinin her şeyi açıklamanın yolu olduğu konusunda ısrarcı değildir.

Grubun kendisine verdiği iç isim, belki de biraz kibirli bir şekilde, “Saçmalık Olmayan Marksizm Grubu” idi. Bu bizi tanımlayan şeyle ilgili iç şakamızdı. Ve bence, bazı açılardan, misyonunun ne olduğunu daha iyi tanımlar: Marksizm’den belirsizliği atmak ve en sağlam ve savunulabilir çekirdeği tanımlamak.

Benim durumumda bu, çalışmalarımı sürdürmek istediğim alan olarak Marksizme olan bağlılığımı pekiştirmeye yardımcı oldu. Gruptaki diğer bazı insanlar içinse, Marksizmin iyi bir uzmanlık alanı olduğu ama artık onlara göre olmadığı konusunda onları ikna etti.

Adam Przeworski ve Jon Elster gruptan ayrıldı. Marx’ın kavramlarını sorgulamaya yönelik bu özel görevi tükettiklerini hissettiler. Bundan daha fazla kazanılacak bir şey yoktu ve daha çok ilgilendikleri sorular farklı bir zeminde en verimli şekilde takip edilebilirdi.

Mike Beggs: Andrew Levine, A Future for Marxism? adlı kitabında kendi yörüngesinin -ve bunu doğal bir yörünge olarak görüyor- Althusserci Marksizmden Analitik Marksizme doğru olduğunu yazıyor. Bu alışılmadık görünüyor çünkü Fransız teorisi ve analitik felsefe genellikle zıt kutuplar olarak görülür. Bu sizin de yolunuz muydu, yoksa farklı bir yerden mi geldiniz?

Erik Olin Wright: Bu konularla yakından ilgilenen ilk yazım Poulantzas hakkındaydı. Yetmişli yılların başında yüksek lisans öğrencisiyken Althusser’i okudum ve Poulantzas’ı Althusser’den bile daha fazla okudum; Poulantzas’ta çok daha zengin bir argüman seti buldum. Bence Althusser’in saçmalık katsayısı hala oldukça yüksekti: elini sallıyor ve kavramları spesifikasyon olmadan oldukça fazla çağırıyordu. İşin analitik özüne ulaşmak için bunu aşmak zorundaydınız.

Yine de hem Poulantzas hem de Althusser’in kavramları raftan alıp sonra da bu yeniden formüle edilmiş ve netleştirilmiş kavramlarla bir argüman ileri sürmekle değil, kavramları belirlemekle ilgilendikleri bir gerçektir.

Poulantzas’ın argümanlarından çok şey öğrendim. Sınıf üzerine ilk çalışmam Poulantzas’ın bir eleştirisiydi. Poulantzas, yaygın olarak orta sınıf olarak adlandırılan şeyin yeni bir küçük burjuvazi olduğunu öne sürüyordu. Bunun neden ilgili mekanizmaları doğru bir şekilde tanımlamadığını düşündüğümü -yani “üretken olmayan emek” kategorisinin sınıf ilişkilerini anlamak için neden yararlı bir kategori olmadığını- tartıştım.

Ve sonra tartışmanın sadece tanımlar üzerine bir tartışma olmaması için ampirik bir test önerdim: yeni küçük burjuvazi kavramının sınıf sınırlarını, sınıf ilişkileri içindeki çelişkili konumlar açısından benim alternatif kavramımdan daha iyi tanımlayıp tanımlamadığına dair kanıtlar geliştirebiliriz.

Dolayısıyla, benim kişisel durumumda, Althusser ve Poulantzas’ı okumamın Analitik Marksizm olarak bilinen şeyle olan ilişkimden önce geldiği kesinlikle doğrudur, ancak Althusser ve Poulantzas’a karşı duruşumun Althusserci değil Analitik Marksist olduğunu düşünüyorum.

Her ne kadar bunu böyle adlandırmasam da sanırım onları sorgulama şeklim şu şekilde olurdu: “Bu kavramlar yeterince açık değil. Mekanizmalara kesinlik kazandırmaya çalışalım. Bakalım daha sonra teorik düşüncemizi beslemek için kullanabileceğimiz ampirik sonuçlar var mı?”

Sonra Jerry Cohen’in kitabını okudum ve tabii ki pek çok insan için olduğu gibi bu da aydınlatıcı bir deneyim oldu. Kitabı okuduğumda dedim ki, “Ah ha, şimdi anlıyorum ki bunu yapmanın yolu buymuş. Açıklamaların köküne inmenin ve onları anlamlandırmanın, daha az açık bir şekilde formüle edilmiş fikirleri tutarlı hale getirmenin yolu budur.” Daha sonra Jerry Cohen’in kitabı üzerine eleştirel bir inceleme yazdım ve Jerry bunu çok beğendi ve beni ikinci yılında Analitik Marksizm grubuna katılmaya davet etti.

Althusserci pozisyonda başlayan ve Althusser ve Poulantzas’ın Analitik Marksist yeniden inşası olarak değerlendirebileceğim en iyi eserleri yazan kişi Göran Therborn’dur. The Ideology of Power and the Power of Ideology ve What Does the Ruling Class Do When it Rules? – Bence bunlar Althusserci gelenek içinde yazılmış en iyi iki kitaptır. Poulantzas ve Althusser’in fikirlerini ciddiye almaları, ancak onlara ne Poulantzas’ın ne de Althusser’in yapamadığı rasyonel, tutarlı bir biçim vermeleri anlamında Althusserci’dirler. Bence bunlar şaşırtıcı derecede iyi kitaplar.

Bu kitaplar 1970’lerde Marksizm’in 1980’lerin başında sona eren büyük yükselişinin sonunda çıktı ve ikisi de sonraki Marksist düşüncede temel fikir gövdeleri olarak ele alınmadı. Bir noktada yeniden keşfedilmeleri ve hak ettikleri önemi görmeleri için makul bir şans olduğunu düşünüyorum.

Mike Beggs: Bilimsel çalışmalarınız hakkında her zaman ciddi tartışmalara girmeye meyilli oldunuz ve bazen temel kavramlar hakkında fikrinizi değiştirdiğiniz biliniyor. Başından beri çalışmalarınızda tutarlı olan neydi ve neler değişti?

Erik Olin Wright: En tutarlı fikir temelde Marksist özdür: kapitalizmin sınıf yapısını anlamanın amacı onu dönüştürmenin koşullarını anlamaktır. Kapitalist sömürünün doğasına odaklanmanın nedenleri arasında hem kapitalist sömürüyü ortadan kaldırmaya yönelik normatif bağlılık hem de kapitalizmin dönüşümü ya da kapitalizmin bir alternatife dönüşmesi için gerekli koşulları anlamaya yönelik sosyolojik bağlılık yer almaktadır.

Kapitalizmin antikapitalist analizinin çalışmalarım boyunca devam ettiğini söyleyebilirim: kapitalizmi zararlı bir toplumsal yapı haline getiren şeyin onun sınıf yapısı olduğu fikri. Gerçekte suçlunun piyasalar olduğunu düşünen Marksistler var – sınıfların kötü olduğunu ama gerçekte suçlunun piyasa olduğunu düşünüyorlar. Michael Albert ve Robin Hahnel kapitalizmin piyasa karşıtı bir eleştirisini savunuyorlar. Ben buna katılmıyorum. Piyasalarla ilgili sakıncalı olan şey, yalnızca piyasaların olduğu her yerde eninde sonunda kapitalist sömürü ve tahakkümün de olması durumunda sakıncalıdır.

Eğer piyasaların zorunlu olarak kapitalist sınıf ilişkileri yarattığı doğru olsaydı, piyasa eleştirisine katılırdım. Bu esasen Michael Albert’in görüşüdür. Birazcık piyasanın, birazcık kölelik ya da birazcık kanser gibi olduğunu savunur. Birazcık piyasa eninde sonunda sizi öldürecektir gibi.

Ben sadece bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Sermaye yoğunlaşmalarının engellendiği ve kaynakların tahsisi üzerinde demokratik kontrolün korunduğu oldukça sağlam piyasalara sahip olabilirsiniz. Robin Hahnel ve ben Verso’dan çıkacak olan kitabımız Alternatives to Capitalism’de bu konular üzerine uzun bir tartışma yürüttük: Demokratik Bir Ekonomi İçin Öneriler.

Mike Beggs: Sosyalist bir ekonomi neye benzer? Sermayenin yoğunlaşmasını önlemek için hangi mekanizmalar olurdu?

Erik Olin Wright: Öncelikle, tamamen sosyalist bir piyasa ekonomisi kavramının tutarsız olduğunu düşünüyorum. Tıpkı tamamen kapitalist bir ekonomi kavramının tutarsız olduğu gibi. Her ekonomi heterojen, niteliksel olarak farklı üretim ve dağıtım mekanizmalarından oluşan bir ekosistem olacaktır. Soru şudur: “Hangi mekanizmalar baskındır?” “Hangi mekanizmalar her şeyi ele geçirir?” değil.

Herhangi bir sosyalist ekonomide, doğrudan devlet tahsisi ile sağlanan olanaklardan oluşan büyük bir kamu malı sektörü olacaktır. Eğer eğitim ve sağlık hizmetleri, çok sayıda kamusal rekreasyon alanı ve bir dizi başka şey meta olmaktan çıkarılmış kamu malları olarak sağlanırsa, bu kolaylıkla ekonominin yüzde 60’ını oluşturabilir. Bu piyasa sosyalizmi değil, sadece sosyalizmdir. Piyasa en fazla ekonominin bir parçası olacaktır.

Piyasası olan herhangi bir sosyalist ekonomide, bu piyasanın bir kısmı da sosyalist olmayacaktır. Küçük bir restoran işletmek isteyen insanlar tarafından organize edilen küçük restoranlara sahip olmamanız için bir neden göremiyorum.

Belki de hepsinin kooperatif olması gerekmiyordur. Benim tercihim küçük firmaların kooperatif olması gerektiğini savunmaktır – yine de demokratik olarak yönetilmelidirler – ama belki de değildir. Sosyalist ilişkilerin hakim olduğu bir ekonomide belki de kooperatif olmayan girişimci bireysel mülkiyetler için bir alan vardır. Farklı biçimlerin optimal karışımının ne olması gerektiğini bilmiyorum.

Mike Beggs: Farazi olarak söylenirse, özel restorandaki çalışanların başka seçenekleri var mı?

Erik Olin Wright: Kesinlikle. Herkese temel bir gelir verirsiniz, böylece herkes “hayır” diyebilir. Geniş bir kamu malları setine sahip olursunuz, böylece herkesin tüketiminin önemli bir kısmı piyasa temelli olmaz. İnsanların yaşam standartları sadece kazançlarına bağlı değildir; kamuya açık olan olanaklara ve kazancınıza bağlıdır. Temel gelir ve kamu olanaklarının birleşimi, kapitalist üretim ilişkilerine girmeden iyi bir yaşam sürebileceğiniz anlamına gelir.

Sosyalist bir piyasa ekonomisi, farklı kooperatif üretim biçimleri için her türlü başka kolaylığa sahip olacaktır. Sosyalist bir piyasa ekonomisinin bireysel girişimcilikten ziyade kooperatiflerin kamu tarafından desteklenmesine eğilimli olmasını beklerim. Ve bunu yapmanın her türlü yolu vardır – örneğin, kredi piyasalarını düzenleme şekliniz ve kamusal alanı düzenleme şekliniz açısından: küçük ölçekli modüler ileri teknoloji üretimi için üretici alanları (makerspaces) yaratmak ve benzerleri.

Servet yoğunlaşmasını nasıl önlersiniz? Halihazırda tekelleşmeyi önlediği iddia edilen ancak etkili olmayan düzenlemelerimiz var. Servet yoğunlaşmasını önlemek için, özel birikime net sınırlar koyan kurallara ihtiyacınız var. Belirli bir çalışan sayısının üzerindeki firmalar kooperatifleşmek zorundadır, eğer bunu yapmak istemezlerse sorun değil – küçük kalabilirler. Sonuçta, büyük olmak için bir zorunluluk yoktur.

Daha büyük ölçek ekonomileri olmadığı sürece rekabet firmaları daha büyük olmaya zorlamaz, değil mi? Eğer ölçek ekonomisi yoksa, firmaların rekabet edebilmek için büyümeleri için hiçbir neden yoktur. Daha büyük olduklarında rekabet avantajları artmaz.

Bence ölçek ekonomileri üretimin pek çok alanında hızla azalıyor ve bu da küçük ölçekli, yüksek üretkenliğe sahip firmaların yeniden üretilmesini sağlıyor. Bu da işbirliğine dayalı bir piyasa ekonomisinin reçetesidir.

Mike Beggs: Bu tür bir vizyon aşırı solda çok tartışmalı, değil mi? Piyasaların varlığı bazı sosyalistleri rahatsız edecek ve bazıları da “geleceğin yemek dükkanları için tarifler” üzerinde çalışma fikrine karşı çıkacaktır.

Erik Olin Wright: Kısa bir terminolojik müdahalede bulunmama izin verin; “Aşırı sol” ifadesine. Piyasalara katı sol tarafından karşı çıkıldığını söyleyebilirim. “Aşırı sol” bir şekilde daha sol olduğunu ima eder; ancak daha sol demek daha basit fikirli demek değildir. Sürdürülebilir demokratik ve eşitlikçi özgürleştirici bir alternatife daha derinden bağlı olmak anlamına gelir. Ben kendimi aşırı solda görüyorum. İşte tam da bu yüzden varış noktasında kurumsal heterojenlik istiyorum – bunun en iyi seçeneğimiz olduğuna inanıyorum. Bunun sizi daha az solcu yaptığını söylemenin uygun olduğunu düşünmüyorum.

Bence sosyalizmin temel ilkesi baştan aşağı demokrasidir, ancak demokratik müzakerenin sonucunun ne olması gerektiğine önceden karar veremezsiniz. Bu, demokratik mücadeleye katılan insanların çözmesi gereken bir şeydir, çünkü olasılıkların ne olduğunu bilmiyoruz.

Benim öngörüm, derin ve güçlü bir şekilde demokratik bir toplumun piyasalar için alan yaratacağıdır çünkü insanlar bunu karmaşık bir soruna ucuz bir çözüm olarak görecektir. Kaçınılmaz olan tüm değiş tokuşlar göz önüne alındığında, her şeyi planlamaya çalışmaktansa piyasalar için makul bir alana sahip olmak daha iyidir.

Ancak bu, demokratik müzakerecilerin ne yapacaklarına dair bir öngörüdür, ne yapmaları gerektiğine dair bir reçete değil. Değiş tokuş olmadığına inanmadığınız sürece, post-kapitalist bir ekonomide piyasaların rolünün tam olarak ne olması gerektiğini anlamada doğal olarak belirsizlikler olacaktır.

Hahnel’e (ekonominin piyasalar için herhangi bir rol olmaksızın demokratik olarak planlanması gerektiğine inanan) sunduğum ve cevapladığını düşünmediğim meydan okuma şudur: “Evet, eğer değiş tokuşlar olmadığına, ‘çok fazla toplantı’ sorunu olmadığına, insanların bir sonraki yıl için tüketim paketlerini önceden belirlemeye çalışmalarının başka beklenmedik sonuçları olmayacağına inanıyorsanız – ki bu planlarının bir parçasıdır – belki de piyasalar ortadan kaldırılabilir.” Ben şüpheciyim. Ancak değiş tokuş olmadığına inanmadığınız sürece, bileşimin ne olacağına önceden karar veremezsiniz.

Mike Beggs: Yeni kitabınız çalışmalarınızın iki ana damarını bir araya getiriyor: kapitalist toplumda sınıfı anlamak ve sosyalist stratejinin bir biçimi olarak “gerçek ütopyalar”ın araştırılması.

Erik Olin Wright: Orijinal başlık Gerçek Ütopyalar Aracılığıyla Kapitalizme Meydan Okumak ve Belki de Onu Aşmak idi. Ancak yeni başlık, 21. Yüzyıl İçin Nasıl Anti-Kapitalist Olmak oldu.

Mike Beggs: O zaman bize nasıl olduğunu anlatın.

Erik Olin Wright: İşte kısa ve öz versiyonu. Antikapitalist olmanın dört yolu vardır: kapitalizmi parçalamak, kapitalizmi ehlileştirmek, kapitalizmden kaçmak veya kapitalizmi aşındırmak.

Kapitalizmi yıkmak on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl devrimci komünizminin vizyonuydu. Senaryo çoğu insan için tanıdıktır: siyasi bir hareket örgütlersiniz, siyasi parti standart biçimdir. Tarihsel koşullara bağlı olarak, bu siyasi hareket devlet iktidarını ele geçirebilir. Bu bir seçim süreci yoluyla olabilir – bu doğal olarak göz ardı edilemez – ya da şiddetli bir ayaklanma yoluyla.

Devlet iktidarını nasıl ele geçirirseniz geçirin, ilk görev devletin kendisini uygun bir dönüşüm aracı haline getirmek için yeniden biçimlendirmek, ikinci görev ise mevcut toplumsal yapının iktidar merkezlerini parçalamaktır.

Bu da alternatifin inşasına yönelik uzun süreci başlatmanızı sağlar. Kapitalizmi parçalama stratejisini “önce parçala, sonra inşa et” olarak düşünebilirsiniz. Bu yirminci yüzyılın devrimci idealiydi.

Bence bu deneylerden elde edilen kanıtlar, kapitalizmin -en azından karmaşık biçimlerinde- parçalanabilecek türden bir toplumsal düzen olmadığı konusunda oldukça güçlü. Wobbly marşı “Solidarity Forever”ın son dizesi “Eskinin küllerinden yeni bir dünya doğurabiliriz” şeklindedir. Yirminci yüzyılın devrimci hareketlerinin gösterdiği şey, eskinin küllerinden yeni bir dünya inşa etmenin mümkün olduğudur – sadece bu, kimsenin istediği bir dünya değildir.

Elbette Rus ve Çin Devrimleri’nin başarıları oldu, ancak kendi kaderlerini şekillendirebilen sıradan insanların demokratik ve eşitlikçi bir şekilde güçlendiği bir dünya yaratmadılar. Bu devrimlerden çıkan şey bu değildi.

Bunun nedeni sadece bu devrimlerin gerçekleştiği tarihsel olarak olumsuz koşullar mı yoksa bunun parçalama, yakıp yıkma ve küller üzerine inşa etmeye çalışma stratejisinin içsel bir sonucu mu olduğu tartışılabilir.

Benim iddiam, parçalama stratejisinde serbest bırakılan kaotik güçlerin o kadar hantal ve tehlikeli olduğu ki, toplumsal bütünleşme koşullarını yeniden yaratmak için baskıcı tepkilere yol açtığıdır. Toplumsal düzen ve güvenlik öylesine acil bir ihtiyaçtır ki, devrim sonrası yeni toplumda yerinden edilmesi son derece zor, belki de imkansız tahakküm biçimleri yaratır.

Eski yapıyı parçaladığınızda, insanın gelişmesi için özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik katılımcı bir ortam inşa edebileceğinize dair kesinlikle hiçbir kanıtımız yok. Bence karmaşık toplumlarda parçalama tarihsel gündemin dışındadır.

Demokratik bir geçişin mümkün olduğunu düşünüyorum. Ben de bunu savunacağım. Sorun, kopuş anının demokratik koşullar altında bile son derece kaotik süreçleri serbest bırakacak olmasıdır. Syriza’nın sorunu da bu. Avroyu terk ederlerse ekonomik bir kaosa sürüklenirler. O zaman soru şu: Bu noktada, demokratik koşullar altında kapitalizmden bir kopuş gerçekleştirebilirler mi?

Bir sonraki seçimde ne olacak? Her şey çok kötü olacak. Bir sonraki seçimde bazı partiler “Gelin bize oy verin, Yunanistan’ı tekrar Euro’ya sokacağız” diyecek. Peki ne olacak? Avrupalı bankacılar “Evet, evet, bu insanlara oy verin, biz de size yardım edelim” diyecekler. Sonra da sübvansiyonları alacaklar. Geçiş dönemini, yaşam standartlarındaki ve maddi yaşam koşullarındaki düşüşü aşmak için demokratik koşullar altında gereken sayıda seçimden sağ çıkabilmenizin hiçbir yolu yoktur.

Bu kadar çok karşılıklı bağımlılığın olduğu karmaşık bir toplumda, bir kopuş çabasının ortaya çıkardığı sıkıntı miktarı, bunu demokratik koşullar altında sürdürülemez hale getirir. Demokratik olmayan koşullar altında sorun, otoriter geçişlerin demokratik ve katılımcı hedeflerle sonuçlanmamasıdır. Resmi olarak bir imkansızlık teoremi ilan etmeye hazır değilim. Bu çok güçlü bir ifade. Çok fazla olasılık var, ancak sezgilerim kapitalizmin sistem düzeyinde yıkıcı bir dönüşümünün imkansız olduğu yönündedir.

Diğer seçenekler ehlileştirme, kaçma ya da aşındırmadır. Ehlileştirme sosyal-demokrat bir çözümdür. Devleti hala ele geçirirsiniz. Biçimsel anlamda devlet gücüne sahip olursunuz. Toplumsal güce sahip değilsiniz çünkü kapitalizm hala çok güçlüdür. Sermaye yatırım araçlarını kontrol eder.

Hükümet anlamında devlet gücüne sahipsiniz. Siyasi gücünüz var. Bu siyasi gücün arkasında, sermaye üzerinde işçiler için faydalı kısıtlamalar yarattığınız bir anlaşmayı müzakere etmek için yeterli seferberliğe sahipsiniz, ancak kapitalist bir kalkınma projesinde işçilerin karşılıksız bir işbirliği olması gerekir. Bu bir sınıf uzlaşmasıdır.

Kapitalizmi ehlileştirmek, kapitalizmin yarattığı en kötü zararları – bireylere yönelik riskler, kamu mallarındaki açıklar, negatif dışsallıklar – azaltmak ve etkisiz hale getirmek anlamına gelir. Bu zararları hafifletirsiniz, ancak kapitalizmi olduğu gibi bırakır ve sadece semptomlarla uğraşırsınız. Kapitalizmi ehlileştirmek oldukça işe yarardır. En azından bir süre işe yaramıştır. Son zamanlarda biraz yıprandı.

Neoliberal ideoloji, sosyal-demokratik çözümlerin kalıcı olarak masadan kalktığını söyler. Bu sadece seçkin ayrıcalığının kendini haklı çıkarmasıdır. Nispeten açık, küreselleşmiş, finansallaşmış bir dünyada bile (neoliberalizm güçlerinin siyasi gücü bir yana) ehlileştirme mekanizmalarının yeniden kurulamayacağına inanmak için hiçbir neden yoktur. Sadece henüz yeniden kurulmadılar.

Bir düşünceye göre iklim değişikliğinin küresel krizleri, neoliberalizmin sonunu getirecektir çünkü piyasanın bırakın azaltım sorununu, adaptasyon sorununu bile çözmesi mümkün değildir. Sadece iklim değişikliğinin yarattığı aksaklıklarla başa çıkmak için gereken devasa kamu işleri, küresel ısınmanın olumsuz etkilerini azaltarak kamu malları ve sosyal adalet malları sağlayan olumlu devletin yeni bir turu için başka bir alan açacaktır.

Her halükarda, bu kapitalizmi ehlileştirmektir. Otuz, kırk yıl öncesine kıyasla bugün kesinlikle yıpranmış durumda, ancak hala antikapitalizm menüsünün bir parçasıdır.

Kapitalizmden kaçmak daha bireyci bir çözümdür. Hippiler 1960’larda ve 1970’lerde buna düşkündü. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Batılı hareketin öncüleri kapitalizmden kaçıyorlardı. Temel dürtüleri buydu: batıya taşınmak, bankaların ve toprak ağalarının pençesinden kurtulmak. Gönüllü sadelik hareketleri ya da tüketim karşıtı hareketler de bir tür kapitalizmden kaçıştır – insanlar daha dengeli bir yaşam sürmek için küçülmek isterler.

Kapitalizmden kaçış, antikapitalizmin ilginç bir biçimidir. Kendi başına dönüştürücü olma potansiyeli çok azdır. Bazı ortamlarda, daha sonra değişen koşullarda genelleştirilebilecek şeyler için faydalı deneyler, faydalı modeller sağlayabilir.

Kapitalizmin aşındırılması en az bilinenidir. Bence bu, bazı anarşist eğilimlerle daha uyumludur. Proudhon erken bir aşındırıcı olarak düşünülebilir. Onun görüşü şuydu: “İşçi kooperatifleri kurun. Bunlar cazip yaşam biçimleri olacaktır. İşçiler onlara akın edecek. Kapitalizm çökecek çünkü çalışacak kimseyi bulamayacak.”

Bu, işçi kooperatiflerinin nasıl hayatta kalacağı ve kapitalistlerle nasıl rekabet edeceğine dair basit görüşlü bir bakış açısıdır. Marx, Proudhon ile yaptığı ünlü tartışmada bunun saçma olduğunu düşünmüş ve ütopik sosyalist projelerle birlikte bunu da anlamsız küçük deneyler olarak reddetmiştir. Anlamsızdan da kötüydüler – oyalayıcıydılar.

Daha sonra Marx, aslında işçi kooperatiflerine ve diğer kooperatif biçimlerine oldukça sıcak bakmış ve bunların işçilerin üretimi gerçekten yönetebileceklerine dair elle tutulur gösteriler olduğunu ve bir strateji olarak bunlarla ilgili sorunun hoş görülmeyecekleri olduğunu düşünmüştür. Eğer sermaye için bir tehdit oluştururlarsa, yok edilmeleri gerekirdi vs.

Günümüzde kapitalizmin aşınması kapsamına giren pek çok ekonomik inisiyatif örneği bulunmaktadır. Brezilya Topraksız İşçiler Hareketi’nin toprak reformu projesi, toprak işgalleri, diğer yeni topluluk ve tarımsal üretim biçimleri, işçi kooperatifleri ve diğer birçok kooperatif biçimi. Wikipedia, ansiklopedilerdeki üç yüz yıllık kapitalist pazarını on yıl içinde yok etti. Linux ve diğer açık kaynaklı yazılımlar gibi herhangi bir kapitalist modelden çok daha üretkendir. Bu kapitalizmi aşındırmaktır.

Şimdi kapitalizmi aşındırmanın, kapitalizmi aşmak için bir strateji olarak son derece çekici ve tamamen zorlama olduğunu iddia ediyorum. Cazip çünkü gerçekten düşmanca bir ortamda bile bir şeyler yapabilirsiniz. Ve bence aktivistler her zaman “Ne yapabilirim?” sorusunun cevabını bulmaya çalışırlar. Öğrencilerim bana sürekli “Ne yapabilirim?” diye soruyor. Yapıcı bir şeyler yapmak istiyorum.”

Kapitalizmin aşınması bu alternatifleri yaratıyor ve hepsi de hayatı daha iyi hale getiriyor. Bunlar kesinlikle daha iyi yaşam biçimlerinin örnekleridir. Etkili olabilirler, ancak topluluk bahçelerinin, işçi kooperatiflerinin, Wikipedia’nın ve benzerlerinin birikimli etkisinin, kapitalizmin olasılığını gerçekten zayıflatması ve onu bir alternatife dönüştürmesi muhtemel midir? Bu oldukça zorlama görünüyor.

Anarşist stratejinin, var olan dünyada istediğiniz dünyayı inşa etme işine devam etmenin, dünyayı bir bütün olarak dönüştürmede başarılı olma olasılığının yüksek olduğunu düşünmüyorum. Ancak aşındırma, kapitalizmi ehlileştirmeye yönelik yeni düşünce biçimleriyle birleştirilirse, sosyal demokrasinin ilerici yanının en iyi yönlerini anarşist topluluk aktivizminin ve aşağıdan yukarıya yaratıcılığın en yapıcı versiyonlarıyla birleştiren uzun vadeli bir siyasi strateji oluşturmanın mümkün olabileceğini düşünüyorum.

Bu, anarşizm ve sosyal demokrasiyi, kapitalizmi daha aşınabilir hale getirmek için aşındırdığınız ve daha aşınabilir hale getirmek için kapitalizmi ehlileştirdiğiniz bir çift halinde birleştirmek anlamına gelir. İmkansızlığı nedeniyle kapitalizmi parçalama vizyonunu reddederek ve narsisizmi nedeniyle kapitalizmden kaçarak bu siyasi bölünmeyi genişletirsiniz.

Bence bu çift kolay bir çift değil. Doğrusal bir şey değil. Formülü bir kez bulduktan sonra bırakırsınız ve her şey kendi kendine hallolur gibi bir şey değil. Hayır, çelişkilerle dolu olacak. Bu sürecin doğasında var: kapitalizmi ehlileştirmenin yolu sermaye ile anlaşmalar yapmaktır. Bu anlaşmalar doğası gereği istikrarsızdır. Güçler dengesine bağlıdırlar.

Ama alternatifi nedir? “Bunu yaparsak kazanırız” gibi bir öngörüde bulunmuyorum. Kapitalizmin ötesine geçebilecek başka bir strateji göremediğimi söylüyorum.

Mike Beggs: Bazıları buu “Bernstein’ın evrimsel sosyalizmi”ne benzetebilir. 

Erik Olin Wright: Öyle değil, çünkü Bernstein toplumun alanlarında alternatifler inşa etmek için aşağıdan yukarıya seferberliğe vurgu yapmadı. Onun stratejisi parlamenter sosyalizmdi.

Mike Beggs: O halde parlamenter siyasetin – ya da seçim siyasetinin – rolünü ne olarak görüyorsunuz? Şüphesiz bu, stratejinin ehlileştirme tarafının önemli bir parçasıdır.

Erik Olin Wright: Parlamenter demokrasinin tuzaklarından biri de en tepede olması gerektiği inancıdır. Bence bunun için çok önemli bir alan belediyelerdir – yerel düzeyde siyaset – ve ulusal hareketleri yerel seferberliklerin temeli üzerine inşa etmektir.

Mike Beggs: ABD’de belediye yönetimleri özellikle güçlüdür ve özellikle büyük sorumlulukları vardır, oysa ulusal siyaset erişilemezdir ve her türlü sol stratejiye karşı oldukça iyi savunulmuştur. Dolayısıyla farklı ortamlarda farklı olabilir.

Erik Olin Wright: Bazı siyasi sistemlerde yerel düzeyde alan yoktur. Dolayısıyla, kapitalist demokrasilerin en merkezileşmiş olanlarında kentler, özerk siyasi mücadele alanlarından ziyade ulusal hükümetlerin idari birimleri gibidir. Bazı bağlamlarda daha fazla belediye özerkliği için mücadele etmek, daha fazla alan yaratmak için gereken siyasi projenin bir parçası olabilir.

Bence devlet çok önemli bir rol oynayacak ve devleti bir şeyler yapmaya zorlamak için öncelikle sorun çıkaran dış aktörler olarak devleti etkileyebileceğiniz fikri mantıksız. Uzun vadeli bir strateji olarak hiçbir yerde işe yaramamıştır.

Elbette, yeterince sorun ve kargaşaya neden olursanız devletin bir şeyler yapmasını sağlayabilirsiniz, ancak seferberliğiniz azalır azalmaz kazanımlar tersine döner. Yalnızca dış baskı ve aksaklıklara odaklanan bir strateji sağlam değildir. Sağlam bir değişimin tek yolu oyunun kurallarında değişiklik yapmaktır ve bu da iktidara itiraz edebilecek ve oyunun kurallarını değiştirebilecek siyasi partiler gerektirir.

Mike Beggs: Yine de ABD’de Demokratlar aracılığıyla angaje olmak ya da üçüncü bir partinin kurulmasını sağlamak çok zor bir stratejik öneridir.

Erik Olin Wright: Daha düşük düzeydeki hükümetlerin daha etkili olmasının bir nedeni de budur. Amerika Birleşik Devletleri gibi büyük bir kıta devleti hantal bir örnektir. Dünyanın her yerinde geleneksel partilerin toplumsal hareketler için erişilmez olduğu kesinlikle söylenemez.

Ancak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Demokrat Parti’de bile sol kanadın bunlara gerçekten uygun önerileri var. Homojen bir şekilde neoliberal olması söz konusu değil. Demokrat seçmenlerin çok büyük bir kısmı ve seçilmiş politikacıların önemsiz olmayan bir kısmı daha yüksek vergiler, daha fazla kamu malı, daha fazla düzenleme, daha fazla çevresel girişim ve halkın gücünü artırmak için işçi hareketinin yeniden yapılandırılmasından yanadır.

Bunların hepsi, hemen eyleme geçilmese de kamuoyunun tartışma gündeminde yer alır. Her türlü nedenden ötürü bu gündem, politikaya dönüştürülebilme anlamında marjinalleştirilmiştir, ancak bu kalıcı olmak zorunda değildir.

Amerika bağlamında bunun Demokrat Parti içinde mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Üçüncü bir parti fikrinin uygulanabilir olduğunu düşünmüyorum. Bence yapılması gereken Demokrat Parti’nin ilerici kanadını daha dirençli hale getirmek ve seçmenleri harekete geçirerek bu kanada seçimlerde güvenilirlik kazandırmanın yollarını bulmaktır.

Bunu yapmak çok zor. Sistem bize karşı büyük ölçüde hileli. Ama yine de alternatifin ne olduğunu göremiyorum. ” Pekala, çok ulaşılmaz olduğu için devleti terk edeceğiz” derseniz, bu benim dört aşamalı stratejimin ehlileştirme bileşenini denemeden, aşınan köşesine çekilmek anlamına gelir. Holloway’in önerdiği gibi iktidarı ele geçirmeden, hatta iktidara karşı çıkmadan dünyayı değiştirmek.

Belki de bu mümkündür. Kapitalizmi sadece aşağıdan yukarıya alternatifler inşa ederek aşındıramayacağınızı kesin olarak bildiğimi söylemiyorum. Sadece bu alternatifler için alanın yeterince güvenli olacağından şüpheliyim.

Mike Beggs: Yine de bu projelerin birçoğu hakkında oldukça olumlu düşüncelere sahipsiniz, değil mi?

Erik Olin Wright: Kesinlikle. Hepsine olumlu bakıyorum çünkü hepsi özgürleştirici bir alternatifin habercisi olan örnekler. Yapılması gereken, bu öncül örneklerin genelleştirilmesidir.

Şimdi bu denklemin bir başka parçası daha var ki bu bir tür jokerdir. Bu çok klasik bir Marksist fikirdir: Benim tahminime göre yirmi birinci yüzyıldaki yeni üretici güçler, kapitalizm mevcut biçimleri karşısında muazzam ölçüde yıkıcı olacaktır. Bunu bazı sektörlerde zaten gördük. Bu da radikal bir şekilde yeni olasılıkların önünü açabilir.

Sık sık verdiğim örnek – sırf sevimli olduğu için – Wikipedia’nın üç yüz yıllık ansiklopedi pazarını yok etmesidir. Herkesin satın alacağı, ticari olarak uygulanabilir, genel amaçlı bir ansiklopedi üretemezsiniz. Wikipedia tamamen kapitalist olmayan bir şekilde, dünyanın dört bir yanındaki birkaç yüz bin ücretsizdir, ücretsiz editörler aracılığıyla üretilir, küresel müştereklere katkıda bulunur ve herkesin ücretsiz olarak erişebilmesini sağlar. Ve gerekli altyapı kaynaklarını sağlamak için bir tür hediye ekonomisine sahiptir.

Wikipedia sorunlarla doludur, ancak son derece üretken olan çok büyük ölçekte işbirliği ve ortak çalışmanın olağanüstü bir örneğidir. Bence bu, kapitalizm için çok yıkıcı bir aşamanın öncüsü olacaktır.

Buradaki mesele ölçek ekonomisi sorunuyla bağlantılıdır. Eğer çok sınırlı ölçek ekonomisine sahip teknolojileriniz varsa, yani küçük partiler halinde üretim yapmanın birim başına maliyeti büyük miktarlarda üretim yapmaktan farklı değilse, o zaman kapitalistlerin üretim araçlarını tekelleştirmesi çok daha zor olacaktır. Tekel, önemli ölçüde, herhangi bir şeyi rekabetçi bir şekilde üretmek için büyük miktarlarda sermayeye ihtiyacınız olduğu gerçeğine bağlıdır.

3 boyutlu yazıcılar buna bir örnektir. Henüz o noktada olduğumuzu sanmıyorum, o yüzden bundan on, on beş, yirmi yıl sonrasını hayal edelim. 3-D yazıcıların 3-D yazıcıları basabildiğini hayal edin. O zaman kendi kendini kopyalayan bir makinemiz olur. Çok çeşitli mallar üretebilen genel amaçlı bir makine olan kendi kendini kopyalayan bir makine, kapitalist tekelleşmenin çok yeni bazı mekanizmaları ortaya çıkmadıkça, üretim araçlarını tekelleştirme olasılığını tamamen baltalayacaktır.

Elbette 3 boyutlu yazıcı tarafından üretilemeyecek bazı şeyler var. Arazi 3 boyutlu yazıcılar tarafından üretilmeyeceği gibi, 3 boyutlu yazıcınızı yerleştirdiğiniz fiziksel alan da üretilmeyecektir. Üç boyutlu yazıcılarda kullanılan girdilerin çoğu – reçineler ve diğer hammaddeler – üç boyutlu yazıcılar tarafından üretilmeyecektir. Bu girdilerden bazılarının topraktan çıkarılması ve işlenmesi gerekiyor. Dolayısıyla üretim araçlarının kapitalist tekelinin, üretimin doğal kaynak alanına geri kayması mümkündür.

Mike Beggs: Yani bu bir kıtlık sonrası argümanı değil. Bu, ilişkilerin üretici güçler tarafından dönüştürülmesidir.

Erik Olin Wright: Kesinlikle. Ben de bunu söylüyorum – bu, üretim ilişkileri ve güçleri arasındaki yoğunlaşan çelişkiyi içeren klasik Marksizmdir.

Mesele şudur: üretim araçları artık tekelleştirilemediğinde, özel mülkiyete dayalı bir üretim sisteminin hızlanan mantıksızlığı. Herkes kendi üretim araçlarına sahip olabilir, ancak doğal kaynakların özel mülkiyet tarafından tekelleştirilmesi nedeniyle bunları düzgün bir şekilde kullanamazlar.

Bu bağlamda üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin bariz karakteri, üretici güçlerin doğru kullanımını engelleyen mülkiyet ilişkilerinin dönüştürülmesinin gerekliliğini savunmayı oldukça basit bir mesele haline getirmektedir.

Eğer söz konusu olan sadece toprak ve doğal kaynakların bencil, kendini yücelten, tekelci bir şekilde tekelleştirilmesiyse, bu karmaşık meta zincirleri ve büyük sermaye-yoğun üretim komplekslerine kıyasla daha basit bir sorundur.

Bu yeni üretici güçler – eğer bu öngörüler doğruysa – farklı bir siyasi mücadele ortamına zemin hazırlayacaktır.

Mike Beggs: Ve fikri mülkiyet de öyle.

Ve fikri mülkiyet, doğru. Tüm bu gelişmeler, bence kapitalizmin gelecekte geçmişte olduğundan daha aşınabilir olacağı anlamına geliyor çünkü boşlukları alternatif üretim biçimleriyle doldurmak daha kolay olacak. Ancak, fikri mülkiyet haklarının ve toprak üzerindeki mülkiyet haklarının ve benzerlerinin hızla tırmanışını ehlileştirme ihtiyacı nedeniyle, ancak aynı zamanda daha fazla ehlileştirilebilirse daha fazla aşınabilir olacaktır.

Çevre krizi bunun için de bir açılım sağlayabilir. Doğal kaynaklara erişimi kimin kontrol edeceği ve düzenleyeceği sorusunun da küresel çevre sorunları bağlamında gündeme geleceği açıktır.

Ana fikrimi tekrarlamak gerekirse: gerçek ütopyalar, kapitalizmi ehlileştiren ve aşındıran bu iki stratejiyi kapsadıklarında uygulanabilir hale gelirler. Bu yüzden eski moda Bernsteincı evrimci sosyalizmden farklıdır. Böyle bir dönüşüm projesinde devletin rolü, ihtiyaçların karşılanmasında devletin merkezi aktör olmasından ziyade, alternatiflerin aşağıdan inşa edildiği alanları savunmak ve genişletmektir.

*Bu yazı, Yener Çıracı tarafından Erik Olin Wright’ın Jacobin Magazine’de yayımlanan röportajından çevrilmiştir, ilk kez Bir Dünya Çeviri adlı blog’da yayımlanmıştır.

Son eklenenler

“PARÇA PARÇA BÖLÜNEREK SATILMASINA…”: 19. Yüzyıldan Bugüne Parselasyon ve Kentleşme

19.yüzyıl Osmanlı coğrafyasında kapitalizmin mülkiyet ilişkilerinin dönüşümü açısından önemli bir eşiktir. Tanzimat Fermanı ile özel mülkiyete yapılan vurgu sonrasındaki...

LİMAN’A YANAŞMAK: Deniz ticareti altyapı ağı olarak 19.yüzyıldaki deniz feneri inşaat hareketleri (Esra Nalbant-Binghamton Üniversitesi, Altyapı Tarihi)

Grundrisse'de Marx, "sermayenin dolaşımı aynı zamanda onun oluşumu, büyümesi açısından yaşamsal sürecidir" diyor. Bu dolaşım, ürünün bir dağıtım sistemi...

GERİ DÖNMEMEYE YEMİN ETTİLER: Osmanlı’da Transatlantik Göç ve Göçmen Veritabanı İnşasında Fotoğrafın Kullanımı (Hazal Özdemir – Northwestern Üniversitesi, Tarih Doktora Adayı)

1896-1908 arasında Osmanlı Ermenileri Amerika’da artan iş olanakları ve doğu vilayetlerindeki ekonomik sıkıntılar sebebiyle imparatorluktan ayrılırken II. Abdülhamid hükûmeti...

İSTANBUL’A AŞAĞIDAN VE UZAKTAN BAKMAK: Kentleşmenin Çeperi ve Altyapısı

Bu konuşma, on dokuzuncu yüzyılda Osmanlı imparatorluğu ölçeğinde modern, kozmopolit bir istisna mekânı olarak ortaya çıkan Pera’nın ekolojik ve...

Cinsiyetçilik erkekleri de öldürür (mü?) – Nil Karasu

Bu yıl Cannes’dan Altın Palmiye ödülüyle dönen Justin Triet imzalı “Bir Düşüşün Anatomisi” filmi üzerine bu yazı. İzlemeyenler için...

Felsefe ve sinema atölyelerimiz başlıyor

Adana Kent Enstitüleri bünyesinde daha önce gerçekleştirdiğimiz dört haftalık film gösterimi ve söyleşilerini geçen haftalarda bitirdik. Bu süre zarfında...