Derlemeler ve YazılarCinsiyetçilik erkekleri de öldürür (mü?) – Nil Karasu

Cinsiyetçilik erkekleri de öldürür (mü?) – Nil Karasu

Bu yıl Cannes’dan Altın Palmiye ödülüyle dönen Justin Triet imzalı “Bir Düşüşün Anatomisi” filmi üzerine bu yazı. İzlemeyenler için fazlasıyla spoiler içerdiği için merak edenlerin başta filmi izlemelerini öneririm.

Film başarılı yazar Sandra, öğretmen eşi Samuel ve görme engelli oğulları Daniel, Fransız Alplerinde izole bir yaşam sürerken, Samuel’in evlerinin önünde ölü bulunmasıyla başlıyor. Soruşturma başlatıldığında, evde olan Sandra’nın baş şüpheli olmasıyla mahkeme salonlarında devam ediyor. Feminist senarist ve yönetmen Fransız Justin Triet film üzerine verdiği bir röportajda ‘Bir gösterimde, biri bana “Kadınlar dünyanın her yerinde işkence görürken ve çok daha fazla mağdur olurken, neden potansiyel saldırgan bir kadın hakkında bir film yaptınız,” diye sordu. Ben de kendime bu soruyu sordum. Tecavüz hakkında, kadınların öldürülmesi, vücut bütünlüğünün bozulması hakkında o kadar çok film izledim ki. İnsanlar, çoğunlukla erkek olan ve kadınları öldüren seri katiller hakkında çekilen tüm bu şeyleri izliyor. Feminist bir kadın olarak bu anlatıya katkıda bulunmak istemiyorum. Kadınları kurban olarak değil de karmaşık bir durum içinde göstermek beni daha çok ilgilendiriyor.’ diye yanıtlıyor. Bu yazının başlığındaki erkek vurgusuyla çelişir gözükse de anlatmak istediğimiz tema için iyi bir başlangıç noktasındayız.

Filmin ana karakteri Sandra, kocası Samuel’in öldürme suçlaması ile soruşturulurken kamusal alanda anadili olmadığı halde Fransızca kendini savunmak zorunda bırakılıyor. Tüm mahremiyeti televizyonlarda dahi konuşuluyor, yazdığı kitapların içinde kocasını öldürmesine dair ipuçları aranıyor, iğneleyici-yargılayıcı ve ahlak bekçisi savcının sorularına makul cevaplar vermesi bekleniyor, çocuğunun kendisinden uzaklaştırılma tehdidini her an yaşıyor vs vs. Bunların her birini muhteşem bir kendine hâkimiyetle sınırlarından bahsederek, Samuel’le ilişkisinin dinamiğine sahip çıkarak cevaplar veren Sandra’nın Samuel ile hayatında benzer bir dinamiği her an koruduğunu ve deneyimli olduğunu hissediyoruz. Buraya kadar fazla mükemmel, sahici, dürüst… Sadece bir noktada yalan söylüyor. O da Samuel’in ölümünden bir gün önce gerçekleşen kavga sebebiyle oluşan morluklar. Bu kavgada Samuel’e tokat attığı için, kocasını öldürdüklerine inanırlar diye morlukları farklı bir şekilde açıklıyor. Yönetmen Triet bu sahne için aynı röportajda ‘Bir de kavga sahnesi… Kavga sahnesini yazarken, çok da endişeli değildim ama şöyle düşünüyordum: Tamam, burası filmin dönüm noktası, bundan sonra insanlar Sandra’dan pek de hoşlanmayabilirler. Ama tam tersi oldu. O bölümden sonra, insanların kendilerini Sandra’ya ne kadar yakın hissettiklerini görmek benim için gerçekten şaşırtıcı oldu. Kadınlar daha bile çok, belki de. Kadınlar, “tamam, bu saatten sonra ben Sandra’nın yanındayım,” diye düşündüler.’ ifadelerini kullanıyor. Kadınlar belki de kendi sınırlarını çizerken provakatif karşı duruşlara her zaman makul sınırlar koyamadıkları için ‘mükemmel’ Sandra’dansa, kendini ifade etmenin başka hiçbir yolu kalmayınca tokat atan Sandra ile daha fazla benzerlik kurmuştur, kim bilir. Burjuva evliliği ile taçlanan ataerkil pazarlık içinde kadınların kendi alanlarını korumaları, kutsal annelik davranış kalıplarının dışında davranarak erkeklerle ortak sorumlulukla çocuk büyütmeleri, kamusal alanda özgünlüklerini ve yaratıcılıklarını korumaları diğer taraftansa erkeklerle şefkatli bir bağ kurmaktan vazgeçmemeleri denklemini Sandra karakteri türlü çelişkileri ile çok güçlü sergiliyor.

İşbölümüne dayalı faaliyetin ürettiği mülkiyet ilişkileri ile şekillenen cinsiyetçilik ideolojisi, egemen sınıfın ürettiği fikirler, değerler ve eylemleri sanki toplumun tüm kesimlerine kendi fikirleri gibi yutturmakta mahir. Elbette erkekler iktidar alanlarının yıkılmasını istemediklerinden bu fikirleri sahiplenmekte çok hevesliler. “Peki, bu erkeklerin çıkarına mı ve gerçek bir güç mü?” Samuel üzerinden de bunu konuşalım. Daniel’in Samuel gözetiminde olduğu bir günde geçirdiği kaza sonrası hastane masraflarının artması ile birlikte Samuel ve Sandra arasındaki pazarlık kartları tekrar karılıp dağıtılır. Burada Sandra ekonomilerini de gözeterek Samuel’in doğup büyüdüğü kente taşınmayı kabul eder. Samuel hem ev tadilatıyla ilgilenir, hem de Daniel’in görme engeline sebep olmasının getirdiği suçluluk duygusuyla ona evde eğitim vermeye başlar. Tadilat tahminden daha maliyetli çıkar, çift kredi çeker. Samuel ders sayılarını azaltır, bir taraftan Sandra gibi başarılı bir yazarlık peşindedir. Bu maliyet hesaplarının her birinde Sandra evin ekonomisini eşit bir şekilde paylaşmaktadır ve gündem olan başarılı bir yazardır. Samuel kendisine acıma duygusundan kurtulamamaktan ve sürekli Daniel’i gözetmekten yorulmuştur. Bunu kabul edip kendini inşa etmekten korktuğu için yaşadığı her şeyin sorumlusu olarak Sandra’yı görür. İşbölümünü eşit paylaşmadıkları için, Sandra’nın istediği biçimde yaşamak zorunda kaldığından şikâyet eder. İstediği kendisinin duygusal yükünü de taşıyacak bir Sandra, kendini inşa etmektense aşağıya çekilen bir Sandra’dır. Samuel yazar olma konusunda başarısızlığını hissettikçe kamusal alanda görünür olma umudunu kaybeder. Sandra ise başarılıdır, evine kitapları hakkında röportaj yapmaya gelinmektedir. Cinsiyetçilik ideolojisi erkeklere, benlik ve kimlik hislerinin, varoluş nedenlerinin, diğerlerine hükmetme kapasitelerinde yattığını öğretir. Tahakküm özsaygıya saldırır ve onun yerine varlık hissimizi başkaları üzerindeki tahakkümümüzden aldığımız düşüncesini yerleştirir. Samuel de bu düşünceyle savaşmak yerine Sandra’ya hâkimiyet üzerinden güç istemektedir. Kendinde olmayan devşirilmiş bir güç.

Böylesi durumlarda genellikle türlü duygusal manipülasyonla geriye düşen kadınlar, öldürülen veya şiddet gören kadınlar duymaya alışkınız. Bu senaryoda ise aradığı yalancı gücü bulamayacağına ikna olan bir erkeğin intiharı ile sonuçlanıyor. Ve evet cinsiyetçilik erkekleri de öldürür.

Son eklenenler

“PARÇA PARÇA BÖLÜNEREK SATILMASINA…”: 19. Yüzyıldan Bugüne Parselasyon ve Kentleşme

19.yüzyıl Osmanlı coğrafyasında kapitalizmin mülkiyet ilişkilerinin dönüşümü açısından önemli bir eşiktir. Tanzimat Fermanı ile özel mülkiyete yapılan vurgu sonrasındaki...

LİMAN’A YANAŞMAK: Deniz ticareti altyapı ağı olarak 19.yüzyıldaki deniz feneri inşaat hareketleri (Esra Nalbant-Binghamton Üniversitesi, Altyapı Tarihi)

Grundrisse'de Marx, "sermayenin dolaşımı aynı zamanda onun oluşumu, büyümesi açısından yaşamsal sürecidir" diyor. Bu dolaşım, ürünün bir dağıtım sistemi...

GERİ DÖNMEMEYE YEMİN ETTİLER: Osmanlı’da Transatlantik Göç ve Göçmen Veritabanı İnşasında Fotoğrafın Kullanımı (Hazal Özdemir – Northwestern Üniversitesi, Tarih Doktora Adayı)

1896-1908 arasında Osmanlı Ermenileri Amerika’da artan iş olanakları ve doğu vilayetlerindeki ekonomik sıkıntılar sebebiyle imparatorluktan ayrılırken II. Abdülhamid hükûmeti...

İSTANBUL’A AŞAĞIDAN VE UZAKTAN BAKMAK: Kentleşmenin Çeperi ve Altyapısı

Bu konuşma, on dokuzuncu yüzyılda Osmanlı imparatorluğu ölçeğinde modern, kozmopolit bir istisna mekânı olarak ortaya çıkan Pera’nın ekolojik ve...

Felsefe ve sinema atölyelerimiz başlıyor

Adana Kent Enstitüleri bünyesinde daha önce gerçekleştirdiğimiz dört haftalık film gösterimi ve söyleşilerini geçen haftalarda bitirdik. Bu süre zarfında...

Film gösterimi ve söyleşilerimizin ilk dizisini bitirdik

Volkan Koyutürk’ün kolaylaştırıcılığında 8 haftada 4 film gösterimi ardından söyleşilerimizin ilk dizisini bitirdik. Yılmaz Güney'in yönetmenliğini yaptığı Umut filmi,...